tag:blogger.com,1999:blog-84170665792021803182024-03-13T01:27:11.366-07:00Uzun HikayeNe alırsan bi milyon'cu gibi bir blog...Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.comBlogger33125tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-85175486766117526562010-03-02T06:30:00.000-08:002010-03-02T10:58:06.174-08:00Üçüncü Tekil Şahıs - 8<div align="center"><strong><span style="font-size:130%;">Bölüm 8</span></strong></div><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong> </div><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong> </div><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong> </div><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong> </div><div align="center"> </div><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><div align="center"></div><div align="center"><strong><em></em></strong></div><div align="center"><strong><em>Çekim Yasası</em></strong></div><div align="center"><strong><em></em></strong></div><div align="center"><strong><em></em></strong></div><div align="right"><em><span style="font-size:85%;">28 aralık 2009 pazartesi</span></em></div><br /><br /><br /><br /><br />Dün geceki çekim yasası kurallarını uygulamaya koyulduğumdan beri daha sık aklıma gelir oldu. Çekim Yasası şöyle işliyordu: Olmasını istediğin birşeyi olurken hayal edersen olur. Nasıl olacağını düşünmeden, sadece sonuca odaklanarak. Benim olmasını istediğim şey belliydi. Şimdi tek yapmam gereken sonuca odaklanmaktı. Minibüste giderken bütün yolu çekim yasasını düşünerek geçirdim. Altgeçitte inip okul yoluna doğru yürümeye başladım. Yürürken onu düşünmekten yola bakmıyordum. Bakmaya da ihtiyaç duymuyordum aslında. Biraz 6 hisle, birazda yoldan 5 senedir geçmenin getirdiği ezberle O'nu düşünerek yürüdüm. Okula yaklaştığımda İstiklal Marşı okunmaya başladı. Okunmasına rağmen yürümeye devam edip kapıya yakın durdum. Bir yandan kalan son kısımlarını okurken diğer yandan gözlerim onu aradı. Bittikten sonra hızlı adımlarla bahçeye girdim. Okul önündeki sıraları bizim sıranın hemen yanındaydı. Sırama geçerken belli etmeden onun sırasına baktım. Yoktu. Ya da ben gözden kaçırdım. Okula doğru yürümeye başladık. Hala aklım ondaydı. Acaba sırada mıydı yoksa henüz gelmemiş miydi? Olabildiğince hızlı adımlarla sınıfa çıktım. Sınıfa ilk giren bendim. Karanlık sınıfı aydınlatmak için girer girmez elimi sağa uzatıp ışıkları yaktım. Sınıf her sabah olduğu gibi iğrenç kokuyordu. Sırama doğru gittim. Montumu çıkarıp astım. İlk ben astığım için birşey kazanmış gibi sevindim. Çocukluk oyunlarında sona kalan dona kalır felsefesinde "birim, ikiyim, üçüm" diyen çocukların arasında birim diyenmişim gibi hissettim kendimi. Sınıfa ilk girmek ve montunu ilk asan olmak... Bu saçma çocukluk anım kısa sürede olsa onu unutmamı sağlamıştı. Sınıf yavaş yavaş dolarken saf saf gelenlere baktım. Acaba şimdi gelmiş olabilir miydi? Belkide az önce bahçedeki sırada o da vardı ve belki o da benim gibi sınıfa ilk girip montunu ilk asancılık oynamıştı. Böyle masum görünüşün altında saklı kalan çocuksu oyunların olduğunu düşünmek çok kolaydı. Aslında ona ne yapsa yakışırdı.<br /><br /><br />Birinci dersi işlerken ilk dakikalarını dersi dinlemeye, yarısını onu düşünmeye, kalanını kitap okumaya ayırdım. Her geçen gün daha da işin içinden çıkılmaz bir hal alıyordu hislerim. Beynime söz geçiremiyordum. Çekim yasasını uygulamaya zorluyordum ama o inatla hep olumsuz yönleri düşünüyordu. "ya onunla hiç tanışamazsam, ya tanışmak istediğimde beni reddederse, ya beni serseri biriymişim gibi zannederse" Paranoyaklığın zirvesinde olduğum anlarda kendimi olumlu düşünmeye davet ediyordum. "Peki ya gün gelir ve hiç utanmadan onunla tanışırsam, ya merhaba dediğimde o da bana merhaba diyip gülümseyerek karşılık verirse" Bunları söylerken kendimi kandırdığımın farkındaydım ama umut fakirin ekmeğiyse, hayal kurmakta aşığın ekmeğiydi. Dersler sırayla biterken dışarıdaki rüzgarın sesi sert ıslıklar çalıyordu. Sanki olan herşey bunun imkansız olduğunu söylemek istiyordu. Rüzgar korkutucu sesler çıkarırken "unut onu" diyordu sanki, öğretmen dersi anlatırken bunun imkansızlığını kanıtlar nitelikte örnekler çözüyor gibiydi, elektrikler gittiğinde boşuna hayal kurduğumu anlatmak istiyordu belki. İlk ders bitip tenefüs olduğunda oturduğum yerde kitap okumaya devam ettim. O gürültünün arasında kitap okumak imkansızdı ama yinede denedim. Onca gürültünün arasında bir ağlama sesi kendini çok belli ediyordu. Ecem yine sinir krizleri geçiriyordu. Bir süre ağladı ve onu kaldırıp dışarı çıkarmak isterlerken birden bayıldı. O sırada nöbetçi öğretmen olan Zümrüt hoca geldi ve olaya el koydu. Ardından Ayhan hoca gelince müdahale etme görevini devraldı. Erkeklerin dışarı çıkmasını söyledi. Ama nasıl olur? Ben tenefüslerde dışarı çıkmam ki... Koridorda ne yapacağımın planını kurarak yavaş adımlarla çıktım sınıftan. Sanırım gözlerden ırak olmanın en kolay yolu lavaboya gidip orda ellerini yıkıyarak oyalanmaktı. Sınıf kapısından çıkar çıkmaz hızlı adımlarla, kimsenin dikkatini çekmemeye çalışarak ilerledim. Ve birden onun geldiğini gördüm. İşte yine aynı şeyler oluyordu. Ağzım kurudu, boş ve şapşal gözlerle ona baktım, yumruklarımı olabildiğince sıktım, nefes alıp verişlerim hızlandı. Bugün biraz daha farklıydı. Siyah bir mont vardı üzerinde. Işıkları yanmayan koridorda beyaz gömleği dışında neredeyse tamamen siyah giyinmişti. Ona herşey o kadar yakışıyordu ki... Yanımdan geçiyordu. Nefesimi tuttum. Aynı zamanda ağlamamak için de kendimi zor tuttum. Herzamanki gibi dümdüz yoluna bakarak etrafına bakmadan yürüyordu. Ne kadar çok sevildiğinin farkında olmadan sevildiği kişinin yanından geçip gitmek ne kadar garip bir olaydı. Yanımdan geçtikten sonra tuttuğum nefesimi bıraktım. Onu gördüğüm için dünyanın en mutlu insanı mı olmalıydım yoksa ona hissettiklerimden haberi olmamasının verdiği acıyla en mutsuz insan mı olmalıydım? Doğruca tuvalete gidip lavabonun başına attım kendimi. Aynadaki o donuk ve şaşkın ifadeye baktım. Ellerimi ıslattım ve dışarı çıktım. Az önce yan yana geçtiğimiz koridora baktım. Keşke o an tekrar yaşanabilseydi. Sınıfa doğru yürürken bol düşünceli bir denize daldım. O anı tekrar yaşayabilme şansım olsaydı ve ona "günaydın" deseydim acaba ne tepki verirdi? Tanımadığı biri tarafından günaydın almak. Düşününce pek bi saçma hareket gibi geliyor. Ben bunları düşünürken sınıfın kapısına vardım. Sınıfta ne Ecem'ler kalmıştı ne de Ayhan hocalar. Ayhan hocanın gelmesine bu kadar sevineceğim aklıma bile gelmezdi. Onun sayesinde O'nu görebildim. Anlaşılan bu sabahta geç kalmıştı.<br /><br /><br />Son dersteydim. Zilin çalmasına da son dakikalar kaldı. Harry Potter'ı okumaya öyle dalmışım ki zil çaldığında hiçbirşeyimi toparlamamıştım. Kitaplarım dışarıda, montum askıda ve benim bunları toparlamam 1 dakikamı alırdı. Bu da O'nun benden önce çıkacağı anlamına gelirdi. Hızla kitapları çantama tıktım ve montumu giydim. Sabah sınıfa ilk giren bendim ama çıkışta en son çıkan ben oldum. Sona kaldığım için dona kaldım yani. Sınıftan çıktım ve hemen onun sınıfına baktım. Kapısı açıktı ve kimse çıkmıyordu. Anlaşılan sınıfı boşalmıştı. Aniden dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladım. Merdivenlerden hızlıca indim ve Elif'leri bekledim. Yavaş geliyorlardı. Dış merdivenlerden de geçtim ve bahçeyi taradım. Biraz daha ilerledim ve O'nu gördüm. Sınıf arkadaşlarıyla beraber 4 kişiydiler. Siyah ve uzun montunu ilk defa gördüğüm için başta O'nun olup olmadığını anlayamadıma ama sonra hemen kendisini dalgalı saçlarıyla, mavi çantasıyla ve yürüyüşüyle belli etti. Mutluydum. O kadar ki arkada kalan Elif'leri unutmuştum. Biraz bekledim ve onları hızlı olmaya hazırlamak için hızlı yürüdüm. Onlar bu duruma alışkındılar ama neden kimi zaman yavaş, kimi zaman hızlı gittiğimi hala bilmiyorlardı. 4 kişiyle çıktıkları sınıftan tek kişi olarak ayrıldı okul bahçesi kapısından. Bu beni daha mutlu etti çünkü onu yalnız görmek güzeldi. O'nunla birilerinin arkadaş olmasını düşünmek beni üzüyordu. Kıskanıyordum onları. Onların yerinde ben olsaydım keşke O'nun sınıfında diye düşünüyordum hep. Hızla onu takip ederken arkamdan yavaşlamamı söyleyen sesler duydum. Şüphelenmesinler diye yavaşladım. Ama O her zamanki hızında devam ediyordu. Artık uzaktan takip etmek zorundaydım. Okuldan uzaklaştıktan sonra arkadaşlarına rastladı. Arkadaşlarıyla konuşurken yavaşladı ve arkada kaldı...<br /><br />Ben bütün gün çekim yasasını uygulamaya çalıştım. Ve odaklandığım şey O'nun yanına gidip tanışmaktı. Ama bunu başaramadım. Anlaşılan bazen bilim bile yanılabiliyor. Ya da elinizde olmadan öyle olumsuz düşünüyorsunuz ki metafiziksel kuralları bile alt üst ediyorsunuz...Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-64387122302256434812010-02-01T09:34:00.000-08:002010-02-16T14:31:04.204-08:00Üçüncü Tekil Şahıs - 7<div align="center"> <strong><span style="font-size:130%;">Bölüm 7</span></strong></div><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><div align="center"><strong><em>Farklı Tanışma Taktikleri</em></strong></div><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><div align="right"><em>22.12.2009</em></div><br /><br /><br /><br /><br /><div align="left">Ders: Resim</div><div align="left">Konu: Karakalem çalışması</div><br /><br /><div align="left">1-2 hafta önceden söylemişti Ali hoca konumuzun karakalem çalışması olduğunu. Ve bugün resimler gösterilecek, sözlü notu alınacaktı. Ben Michael Jackson resmi çizdim karakalemle. Aslında başka planlarım vardı benim. Bambaşka şeyler hayal etmiştim. Şey, ben düşünmüştüm ki, belki bir yerden O'nun resmini bulabilirim de, O'nun resmini çizip not alırım. Aslında amacım not almak bile değildi. Farklı tanışma taktiklerimden sadece biriydi bu. Uçuk, saçma, alışılmadık, tanışmanın aksine uzaklaşma isteği uyandırabilecek taktikler. İçimden hep söylüyordum: "eğer bir gün O'nun resmini bulabilirsem cesaretimi toplayıp yapıcam bu resmi, hem romantik olur lan." Olmadı, bulamadım resmini falan. Bulsam da yapamazdım zaten. Daha yanına gidip tanışmaya bile korkarken ne haddimeydi resmini çizmek. Ama düşününce romantik oluyordu gerçekten. Kafamdaki senaryo aynen şöyleydi:</div><br /><br /><br /><br /><br /><div align="left">(resime not almak için Ali hoca'nın yanına gider)</div><br /><br /><span style="font-size:85%;"><em>+Bi dakka hocam açayım resmi... (çizdiği resmi hocanın önüne koyar)</em></span><br /><br /><span style="font-size:85%;"><em>- Hmm kim bu? (parmağıyla O'nu gösterip adını söyleyerek) O'nu mu çizdin?</em></span><br /><br /><span style="font-size:85%;"><em>+Evet hocam, düşündüm de eğer not alıcaksam güzel birşeyler çizmek istedim. Ve işte güzel birşey. "Güzel birşey" diyorum; çünkü O'nu tarif edecek bir kelime bulamıyorum güzel sıfatının arkasına ekleyebileceğim... (sınıfa dönerek) Evet, biliyorum bu durum içler acısı, bu durum utanç verici sizlerin gözünde. Hadi durmayın ve içinizde tuttuğunuz kahkahaları dışarı bırakın. Yankılansın bu küçücük sınıf gülüşmelerinizden... Deneyin, belki susturabilirsiniz kalbimdeki sesi acı kahkahalarınızla...</em></span><br /><br /><span style="font-size:85%;"><em>(Evet, bunları söyleyerek hayatımın tiradını atabilirdim, ama tahmin edeceğiniz gibi olmadı böyle birşey...)</em></span><br /><br /><span style="font-size:85%;"><em>+Hocam, notumu verdiyseniz izninizle resmi O'na, yani resmin gerçek sahibine vermek istiyorum.</em></span><br /><br /><span style="font-size:85%;"><em>(Resmi uzatır ama O, resmi alıp yırtar. Ve çocuk yeni bir tirad atmak için derince bir nefes alır)</em></span><br /><br /><span style="font-size:85%;"><em>+(Resmini yırttığı için hafifçe gülümseyerek) Yırt, hadi durma dahada küçük parçalara ayır, parçala, yoket o resmi. Peki benim sana olan duygularımı da böyle yoketmeyi başarabilir misin? Kalbimi uzatsam sana, onuda resmi parçaladığın gibi parçalayabilir misin? Hadi bu resmi ortadan kaldırdın diyelim. Peki ya sana olan sevgimi? Onuda ortadan kaldırabilir misin böyle yırtarak... Hiç sanmıyorum... İçimde bir "sen" var, ve ben ondan vazgeçmeyi başaramıyorum...</em></span><br /><br /><br /><br />Tabi hayat, böyle tozpembe hayaller kadar kolay değildi. Ve tahminim doğruysa O da bu kadar acımasız değildi. İşin aslı şöyle gelişti: Gittim resmimi gösterdim, notumu aldım. Bir an acaba gerçekten bir şekilde O'nun resmini çizseydim sonucu ne olurdu diye düşündüm. Hüsran olurdu diye tahmin edip üzüldüm, sırama geçtim. Sonra sıra 12 Sos D'nin resimlerine geldi. O, Okula sonradan geldiği için listenin en son sırasındaydı doğal olarak. Hoca adını seslendi ama ben duymadım. O da gayet sevimli tavırlarla: "Hocam, haftaya göstersem olur mu? Tamamlayamadım henüz resmi" dedi. Ali hoca'da birşey diyemedi böyle masumca söyleyiş karşısında. İşte bütün olanlar bunlardan ibaretti. Tamamlayamaması normaldi; çünkü okul çıkışları fatura bayisinde çalışıyordu. Kaçta eve gittiğini bilmiyordum ama ders çalışmaya, ödev yapmaya, össye çalışmaya vb şeyleri nasıl yetiştirdiğini anlayamıyordum onca iş güç arasında. Sonra yeniden bir tanışma taktiği geldi aklıma. Gitsem yanına ve desem ki: "Senin vaktin olmuyodur çalışmaktan, ders yapmaktan falan. İstersen resimlerini ben çizebilirim. Belli ki bugün o yüzden yetiştiremedin resmini. Senin yerine ben resimlerini çizeyim böylece biraz zamandan tasarruf etmiş olursun." Bunu da girişi ve sonucu çok saçma olduğu için rafa kaldırdım.<br /><br /><br /><div align="left">O'nunla tanışma senaryolarım sadece bunlarla sınırlı değildi. Genelde O'nunla tanışmak için hep şu anın gelmesini bekledim: Hava yağmurludur. Okuldan çıkarız ve O'nun şemsiyesi yoktur. Ben şemsiyemle O'nun yanına gider ve O'nu şemsiyemin altına alırım. İki seçeneği vardır; ya yabancı olduğum için şemsiyenin altından çıkıp hiç konuşmaz, ya da ıslanmak yerine benimle gideceği yere kadar gelmeyi tercih eder. Farzedelim ki ikinci seçeneği seçti. O zaman senaryoyu daha da derinleştiririm. Şemsiyeyi ona versem ve ben yağmur altında kalsam, bir süre sonra "gelsene şemsiyenin altına, sırılsıklam oldun" dese ve bende "Zaten sana sırılsıklam aşığım, bırakta biraz yağmur sırılsıklam etsin beni..." desem ve O da şemsiyeyi başımda paralasa... Bekledim, ama o yağmur bir türlü gelmedi. Bir kere gelmişti, o günde şemsiyemi evde unutmuştum. Diğer gelişlerinde de şemsiyesi artık yanındaydı O'nun... Şimdi gelipte buna tesadüf yada şanssızlık demek çok saçma gelir bana. Belki de o gün doğru gün değildi diyerek avutuyorum artık kendimi.</div><br /><br /><div align="left">Tüm bunlar bir yana; bu bölümü yazdığım tarihe kadar, yani 16 şubat'a kadar hala bir taktik bulmuş değilim. Hala kara kara düşünüyorum; acaba nasıl bir bahaneyle yanına gidipte tanışabilirim diye. Burdan da anlaşıldığı üzere 16 şubat'a kadar hiçbirşey becerememişim. Hala isim öğrenememişim. Yazıklar olsun bana, daha ne diyeyim...</div><br /><br /><br /><br /><div align="left">Nah bu da çizdiğim resimdi işte:</div><br /><br /><br /><div align="left"></div><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 233px; DISPLAY: block; HEIGHT: 320px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5438965970701618674" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUqy7jrU-Y2b99stpM5a48waxJLgX5l2-GkkzC66Jy0EW5ZaYYMbpCIBzs8mHpontWOVO8aNw4Jia3VIw6Uhxa_AFSp9_p1umVX9Mv59YD5B1tEFS_n1Auyz2k0k0O9TOA_C9cFaODPsc/s320/tara0004.jpg" /><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 233px; DISPLAY: block; HEIGHT: 320px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5438966934963595458" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrX6C1Zeg0f2wbUJZ0IbsobWmXf8SvSKSyQpGidmq_f6va9XQXEUjDlEkrFF7u6Q2EwAEoDbExykPgWuakiXa0LP7Koch2_2APIFBBavBwHGph7hi0ZzQmxxxM5Kz7gKc9Ic9Kekd6mCw/s320/tara0005.jpg" />Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-33268382285505611922010-01-26T08:00:00.000-08:002010-02-04T13:37:37.649-08:00Üçüncü Tekil Şahıs - 6<div align="center"><strong><span style="font-size:130%;">Bölüm 6</span></strong></div><br /><br /><br /><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><br /><br /><br /><br /><br /><div align="center"><em><strong>Şans Eseri</strong></em></div><br /><br /><br /><div align="center"><strong><em></em></strong></div><br /><br /><div align="right"><em>04.12.2009</em> </div><br /><br /><div align="left">Bugün dersanede veli toplantısı vardı. Benimde saat 5'te Felsefe dersim. Her çarşamba saat 5'te Felsefe dersimiz olurdu. Ama bugün saat 4'te veli toplantısı da olunca erkenden annemle beraber yola çıktık. Saat 4'te dersaneye vardığımızda toplantının nerede olacağını sormak için birilerini arıyorduk. Annem muhasebe görevlisinin yanına giderken Filiz hoca (coğrafyacı) gördü ve bana "Annen durumunu sormaya mı geldi?" diye sordu. "Evet hocam, ruhsal tedavim iyiye doğru seyrediyor mu diye sormaya gelmiş" demek istedim ama "Yok hocam" dedim, "toplantı varmış ondan" dedim. "Hmm tamam konuşalım bakalım :)" dedi sempatik tavırlarla. O dersaneyi sevmeme neden olan öğretmenler arasındaydı Filiz hoca. Annemle beraber muhasebe odasında benim hakkımda dedikodu yaparlarken onlar, ben de kantine doğru gittim. Kantin doluydu. Daha fazla koridorun ortasında durup dikkat çekmemek için hemen asansöre binim hızla dersaneden uzaklaştım. Dersanenin dışındaydım artık ve ben nereye gideceğimi çok iyi biliyordum...</div><br /><br /><div align="left">O'nun çalıştığı fatura ödeme bayisi bizim dersaneye yaklaşık 300-400 metre uzaktaydı. Dersaneden çıkıp yokuş yukarı birkaç dakikalığına yürüyünce hemen varabiliyordum oraya. Gidecek bir yer bulamadığımda ilk O'nun olduğu yere uğrardım hep. Yine gidecek bir yerim yokken hiç düşünmeden O'nu ziyaret etmeye gittim. Uzaktan ziyaret etmeye... Sadece kapının camından içeriye 1-2 saniyeliğine bakmalığına... Gittim ama O yoktu. Sonra sanki o yola sırf O'nu görmek için gitmemişim gibi dümdüz yukarı çıkmaya devam ettim. Nerede olabileceği hakkında bir fikrim yoktu. Belkide evine gitmiştir, kimbilir... İşte şimdi nereye gideceğimi bilmiyordum. </div><br /><div align="left"></div><br /><div align="left">Uzun uzun dolaştım. Annemin hocalarla konuşmasının bitmesi için saat 5'e kadar gezmem gerekiyordu. Saat 5'e yaklaşırken artık dersaneye doğru yürümeye başladım. Yürürken bir yandan da hala O'nun nerede olabileceğini düşünüyordum. Ben yokuş aşağıya inerken tam o sırada O'nu yukarıya doğru çıkarken gördüm. Bir an şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim. Önüme baktım, yüzümü çevirdim, adımlarım bir hızlanıp bir yavaşladı. O çok az ötemden geçerken ben afallamış bir şekilde sağa sola bakındım. O yukarı doğru çıkarken kısa bir an O'na doğru baktım. Okul kıyafetleri yoktu, mavi bir kot ve okulda giydiği mavi uzun hırkası vardı. Her zamanki gibi gülümsüyordu. Hafif esen rüzgara doğru yürüdükçe ortadan ikiye ayrılmış dalgalı saçları sakince havalanıyordu. Aynı yoldan o yukarıya doğru, ben aşağıya doğru geçmiştik. Biraz gerimde kaldığınından emin olduğum bir anda arkamı döndüm ve O'nu takip etmeye başladım. Çok değil kısa bir süre sonra "Piknik" adında bir döner salonuna girdi. Sonra aklıma geldi. Bir öğlen okul çıkışı fazla vakit geçirmiş, eve dönerken ben, O'nu "simitland" adında bir simit salonuna girerken görmüştüm. Tespitlerde bulunmaya çalışıyordum. Okul çıkışları çalışıyordu ve yemeğini burada yiyordu. Tespitlerime devam ederken elinde bir poşetle dışarı çıktı. Poşetin içinde iki veya üç kişilik döner vardı. Aşağıya doğru iniyordu. O'nu takip etmiyormuşum gibi arkamı döndüm. Aşağı inmeye devam ederken takibe devam ettim. Çalıştığı fatura ödeme bayisinden içeri girdi. Daha önce o bayide çalışan iki kişi daha görmüştüm. Biri hafif beyaz saçlı ve bıyıklı biriydi. Diğeriyse bir bayandı. Uzun zamandır O'nu takip ettiğimden dolayı O'nun haberi olmadan bir çok şeyini öğrenmiştim artık ve önceki bildiklerimide birleştirerek artık rahatlıkla bu kanıya varabilirdim: O bayide babasıyla çalışıyordu. Ve eğer yanılmıyorsam bayinin sahibi babasıydı. O, hergün babasına yardımcı olmak için okul çıkışları bayiye uğruyordu. </div><br /><div align="left"></div><br /><div align="left">Dersaneye geç kalmamak için bayinin önünden ayrılıp aşağıya doğru yürümeye başladım. Bir yandan yürüyor, diğer yandan düşünüyordum. Artık herşey daha açıktı. Artık hakkında daha fazla bilgim vardı. Her ne işime yarayacaksa... Kullanamazdım ki bu bildiklerimi. Kullanmaya cesaretim yoktu bir kere. Belki bir gün lazım olur, belki bir gün bulurum o cesareti diye tekrar sakladım aklımın bir köşesine bu bildiklerimi. Susmak acıtıyordu içimi, konuşamamak acıtıyordu ama acıyan benim içimdi. O'nun içinin acımaması benim için daha önemliydi. O'nu öyle uzaktan, O mutluyken seyretmek beni daha mutlu ediyordu sanki. Ben bunları düşünüp dururken dersaneye varmıştım. Annem öğretmenlerle toplantısını bitirmiş eve dönmek için beni bekliyordu. Annemi alıp otobüs durağına kadar götürdüm. Yolda kısaca öğretmenlerin benim hakkımda neler söylediklerini anlattı. "Çok uslu, çok terbiyeli bir çocuk. Çok sessiz sedasız, dersleri çok iyi dinliyor. Çok beyefendi, çok iyi bir çocuk..." O an bunları öğretmenlerin anneme anlatmasını değilde O'na anlatmasını dilerdim. Annem bunları zaten her yıl bütün öğretmenlerden duyardı. Ama keşke O'da bilseydi. O'da tanısaydı nasıl biri olduğumu da bu kadar zor olmasaydı gidip kuru bir merhaba diyebilmek...</div>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-2969837021483430242010-01-22T03:33:00.000-08:002010-02-04T13:37:25.434-08:00Üçüncü Tekil Şahıs - 5<div align="center"><strong><span style="font-size:130%;">Bölüm 5</span></strong></div><br /><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><br /><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><br /><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><br /><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><br /><div align="center"><strong><em>Ortak Nokta</em></strong></div><div align="center"><strong><em></em></strong></div><div align="center"></div><div align="center"></div><div align="center"><strong><em></em></strong></div><div align="center"></div><div align="center"><strong><em></em></strong></div><div align="center"></div><div align="right"><em></em></div><div align="right"><em></em></div><div align="right"><em></em></div><div align="right"><em></em></div><div align="right"><em></em></div><div align="right"><em>03.12.2009</em></div><br /><div align="left">Edebiyat yazılısı vardı yanlış hatırlamıyorsam. Edebiyat yada Dil ve Anlatım. Ortak sınavdı ve ben dün çalışmamıştım. Üçüncü derse kadar vaktim vardı ama 5 dakikalık tenefüs aralarında da kaç tane fecr-i ati'ci, servet-i fünun'cu ezberleyebilirdim ki? O 5 dakikalık sürelerde ezberleyemeyeceğimi bildiğim yazarlara harcayacağıma, Alacakaranlık kitabını okumaya harcadım. Bu kitabı her okuyuşumda aklıma hep saçmasapan hayaller geliyordu. Edward ile Bella yerine, ben ve O olsaydık mesela... Ben O'na Edward'ın Bella'ya baktığı gibi bön bön baksam, O da bana "ne bakıyon?" dese... Arabanın teki O'na doğru hızla gelse, bende O'nu kurtarmak için hızla ittirsem ama tesadüfe bak, araba ben O'nu ittirmesem bile çarpmayacak olsa, arkasına dönüp "dikkat etsene lan" dese... Evet güzel başlayan ama mutsuz sonla biten hayallerim var benim. Bir kahraman olabilecekken ümitsizliklerimin ağır basması sonucu bir anda kötü olan taraf ben olurum hayallerimde. Düşlerimde hep işin olumsuz tarafına odaklanırdım yaptığım şeyin yanlış olduğunu bile bile. Kendime güvenmem. Başarısızlık benim göbek adım. Bir gerçek daha var o da okuduğum kitaplardan fazlasıyla etkilendiğim. Her okuduğum kitapta yeni bir karakter olurum. Alacakaranlık öncesi Harry Potter ve Azkaban Tutsağı'nı okumuştum mesela, "Expelliarmus" falan diyerek koşuşturuyordum ortalarda. Bu seferki okuduğum kitabın konusu aşktı. Ve artık ben bir vampirdim. Her okuduğum kitabın özelliğini almam (daha doğrusu aldığımı sanmam) bana verilmiş bir hayalgücü yeteneğiydi.</div><br /><div align="left"></div><br /><div align="left">Her tenefüs birkaç sayfa okudum kitaptan. Artık yazılı öncesi yani 2. tenefüsteydik. Lavaboya gidip elime yüzüme su vurayım bi kendime geleyim dedim. Sınıftan çıktım ve lavaboya doğru yola koyuldum. Sonra... O'nu gördüm. Kızlar tuvaletinin kapısının önündeydi. Elinde çalışma kağıtları vardı ve konuları tekrar ediyordu. Bir yandan çalıştığı yerleri tekrar tekrar okuyup ezberlemeye çalışıyor, diğer yandan da elleriyle "heh, tamam bunu da anladık" ifadelerini kullanıyordu. Birkaç kez daha tekrarladı ve tuvalete girdi. O'nu görmenin verdiği mutlulukla girecektim artık biraz önceki sınava. Ve düşündüm de, aynı sınava, aynı saatte girecektik. Aramızda sadece sınıfları ayıran bir duvar olacaktı ve o an ikimizde aynı şeyleri düşünecektik. Yazılıdaki sorulara vereceğimiz cevapları... Zil çaldı ve sınıfa döndüm. 2-3 dakika sonra sınav başladı. Sınav ortasında bilmediğim sorulara geldiğimde hep düşünmeye başladım. "Acaba o da benim düşündüğümü mü düşünüyor? (hö!) Acaba şimdi aynı sorulara mı bakıyoruz?" Derken sınav bitti. Sınavın yarısında sorulara cevap düşünürken diğer yarısında da O'nu düşündüm. Ne de sevimliydi elinde çalışma kağıtlarıyla çalışırken...</div><br /><div align="left"></div><br /><div align="left">O'nunla pek fazla ortak noktamız yoktu, yani bildiğim kadarıyla yoktu. Ama birkaç tane az ve öz ortak noktamızı keşfettim. Aynı bölümlerde okuyorduk (sosyal), ortak sınavlarımız vardı, resim derslerimiz ortaktı... He birde ortak bir arkadaşımız vardı. Adı Arife. Arife, O'nun sınıf arkadaşı, benimse dersanede sınıf arkadaşım. Aslında bu O'nunla tanışabilmem için en kolay yöntemdi. En basitinden Arife'ye sorsam direk adını öğrenebilirdim. Ama nedense kolay yola kaçmak benim için hiç konuşamamak kadar kötü bir durumdu. Kendim sormak istiyordum. Adını O'nun söylemesini istiyordum. İlk defa tek başıma ve kimsenin yardımı olmadan tanışabilmek istiyordum... Hadi ama, bunların gerçek olmayacağını bende biliyordum. Hayal işte. Özgüveni olmayan bir insanın biriyle tanışmak istemesi, parası olmayan bir çocuğun bakkal amcadan bedava çitoz istemesi gibi birşeydi. Hatta benim durumumda dükkanın tamamını istemesi gibi birşeydi. Yinede içimde biryerlerde, küçükte olsa bir umut vardı. Düşündüm de Arife'yle arkadaş olduğumuzu bilse, yani onun arkadaşıyla arkadaş olduğumu bilse belki O'nunla tanışabilme ihtimalim daha da yükselirdi. Hiç değilse bir yabancı olmazdım O'nun gözünde. Haftada 1 saatte olsa aynı derse giriyorduk. Arife'yle konuşurken de görmüştür beni heralde. E o zaman eksik olan ne? Evet, özgüven. Özgüven eksikliği... Çıkışta gidip yanına konuşmamak için hiçbir nedenim yoktu ama içimdeki yabancı bunu sürekli engelliyordu. "Hayır sakın gitme yanına yoksa seni kötü biri sanar. Hem zaten gitsen ne diyeceksin ki... Konuşmayı bile beceremezsin sen. Bugüne kadar hangi işi adam akıllı başarabildin ki zaten. Çocukça hayallerden vazgeç. Bunu yapamayacağını ikimizde biliyoruz." Aynı bedeni taşıdığım korkak benliğim ne kadarda güzel moral veriyordu bana... Korkak tarafım... Belki o olmasaydı herşey daha kolay olurdu. Belki şuan bu hikayeyi yazmama gerek bile kalmazdı. Ya da en basitinden bu hikayenin bir adı olurdu... O'na "O" diye hitap etmezdim en azından...</div><div align="left"></div><div align="left"></div><div align="left">O gün, yani 3 Aralık'ta O'nun fotoğrafını çekmişim. Telefonumu kurcalarken gördüm. Ve o anı tekrar yaşadım. Tam olarak şöyle gelişti: Okuldan çıkarken herzaman ki gibi sıra arkadaşlarım ve ben uzun yoldan gidiyorduk. Haliyle O yine bizi arkasında bırakmıştı hızlı adımlarıyla. O'na hızlı yürümek o kadar yakışıyordu ki... O hızla yürürken bende O'na ayak uydurmaya çalışıyordum ama bu sefer sıra arkadaşlarım geride kalıyordu. Bir süre onlardan önde yürüdüm. Onlardan ayrı yürüdüğümü farkediyorlardı elbet ve birkaç gündür bunu her okul çıkışı yapıyordum neredeyse. Onlar arkada konuşurlarken ben O'nun haberi olmadan arkasından fotoğrafını çektim. Neden böyle gereksiz birşey yaptığımı ben de anlamış değildim. Hatırası olsun, O'nu hiç unutamayayım (hiç aklımdan çıkmıyor ki nasıl unutayım...), baktıkça hep O'nu hatırlayayım diye belkide. Evet aslında benim için harika bir hatırası oldu. O günü tekrardan hatırlayabiliyorum her baktığımda. Hiç değilse elimde O'na dair somut birşeyler olmasına seviniyordum. Kimbilir, belki birgün gerçekten hayallerim gerçekleşir ve O'nunla arkadaş olurum. Ve belki O'nunla sırf tanışabilmek için yaptığım bunca saçma şeyi gülerek hatırlarız. Ama dediğim gibi; hayal işte, sadece hayal...</div>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-81019418928505841312010-01-14T14:57:00.000-08:002010-02-04T13:36:36.825-08:00Üçüncü Tekil Şahıs - 4<div align="center"><strong><span style="font-size:130%;">Bölüm 4</span></strong></div><p></p><p></p><p><br /></p><div align="center"><em><strong>Sebeb-i Ziyaret</strong></em></div><p></p><div align="left"><span style="font-size:85%;"></span></div><div align="left"><span style="font-size:85%;"></span></div><div align="left"><span style="font-size:85%;"></span></div><div align="left"><span style="font-size:85%;"></span></div><div align="left"><span style="font-size:85%;"></span></div><div align="left"><span style="font-size:85%;">(02.12.2009 / Yine aldığım notlar arasında bulduğum bir tarih. Derslerde bu kadar not tutsam eminim sınavlarım 3-4 ten aşağıda olmazdı.)</span></div><br /><div align="left"><span style="font-size:85%;"><span style="font-size:100%;">Tam olarak hatırlamıyorum ama sanırım o gün bir tek emir vardı.</span> </span><span style="font-size:100%;">Çünkü bugün de O'nu takip etmişim. Ve hatırladığım kadarıyla olay şöyle gerçekleşti: Ben ve Emir okul bitiminde beraber çıktık. Eve doğru eski yolumuzdan gidicektim ama ben okulun önünde durup "Emir sen git, ben bu taraftan gidicem" diyerek resmen sattım. Ama bunu yapmam lazımdı çünkü "hayallerim" uzun yoldan gidiyordu. Takip etmeye başladım ve bu sefer kararlıydım. Geçen ay ki gibi olmayacaktı. Bu sefer gözlerimi bir anlığına da olsa O'ndan ayırmayacaktım. Gittiğimiz yolda O'nu takip etmekten başka bir işim olmadığı için yine O'nu seyretmeye koyuldum. Yine mavi, uzun, kuşaklı hırkası vardı. Mavi çantasını her zamanki gibi sol omzuna atmış, boşta kalan elini yine yumruk yapıp bir ileri bir geri sallıyordu. Yanına gidip tanışmak aklımın ucundan dahi geçmiyordu çünkü buna imkansız gözüyle bakıyordum. Fazlasıyla utangaçtım, hiç cesaretim yoktu. Hoşlandığım insana sadece uzaktan bakacak kadar acizdim. </span></div><br /><br /><div align="left"><span style="font-size:100%;">Yine aynı yollardan geçiyorduk geçen ay takip ettiğim gibi. Ama bu sefer farklı olacaktı. Bu sefer evine kadar hiç kaybetmeden takip edeceğime kararlıydım. Fomara caddesinden önceki köşeyi döndük. Yine küçük, 3 tarafı açık otoparktan geçerken anladım, hergün bu yolu kullanıyordu. Fomara caddesine çıktığımız vakit O hala enerjisinden hiçbir şey kaybetmemiş şekilde son sürat yokuşu çıkıyordu. Katlı otoparkın önüne gelmiştik. Farkettim de hayatımızda ne çok otopark vardı. O karşıya geçmeye başladı. Bu sefer daha temkinliydim. Fazla beklemeden bende karşıya geçtim. Ve hemen karşıda bulunan fatura ödeme merkezine girdiğini gördüm. Kaldırımdan içeride ne yaptığını seyrettim. Masaya oturdu. Şaşkınlık içerisinde bir süre daha bekledim. İçeriye giren müşterilerle ilgileniyordu.</span></div><br /><br /><div align="left">Artık herşey daha açık ve netti. Hergün o yoldan geçip evine gittiğini sanıyordum ama O her okul çıkışı bir fatura ödeme merkezinde çalışmaya gidiyordu. O gün O'nun hakkında yeni birşey daha öğrenmiştim. Aslında geçen ay kaybettiğimde meğer tam dibinden geçmişim. Meğer ararken farketmeden O'nun bulunduğu bayinin önünden yukarı aşağı 2 kere geçmişim. Ve tüm bunları bugün farkettim. Eksik parçaları da öğrenince yapbozun bir kısmı tamamlanmış oldu. Ama daha öğrenmem gereken çok şey vardı. Eğer O'nunla bir gün tanışacaksam hazırlıklı ve tam donanımlı gitmeliydim. O'nun hakkında bildiklerimle O'nu şaşırtmalıydım. Ama o gün gelinceye kadar (yani hiçbir zaman) O'nun hakkında birden fazla şey öğrenmeye devam edicektim. Okul çıkışları kendimi O'nun hakkında birşeyler öğrenmeye adamıştım artık. Ve işin ilginci bu işten fazlasıyla keyif alıyordum... </div><br /><br /><div align="left">Bilmediğim birşey vardı o zamanlar. Artık her okul çıkışı nereye gideceğini bildiğim için O'nu ziyaret etmeye başlayacaktım. Durduk yere, amaçsızca, ve sadece kapısının önünden geçerken içeri bakıp O'nu 1 saniye kadar kısa bir süreliğine görmek için... O'na sebeb-i ziyaretlerim işte bu günden itibaren başlayacaktı...</div>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-70878544457607411882010-01-13T13:47:00.000-08:002010-02-04T13:36:09.383-08:00Üçüncü Tekil Şahıs - 3<div align="center"><strong><span style="font-size:130%;">Üçüncü Bölüm</span></strong></div><br /><br /><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><br /><br /><div align="center"><em><strong>İlk takip</strong></em></div><p><br /></p><div align="left"><em><span style="font-size:85%;"></span></em></div><div align="left"><em><span style="font-size:85%;">(Bugün bir kağıda küçük bir not olarak kaydettiğim tarihi buldum. O tarih, bana O gün O'nunla O'nun haberi olmadan neler yaşadığımızı hatırlattı. Tarih "19.11.2009")</span></em></div><br /><br /><div align="left">Bugün sıramda tek başımayım. Sınavların olmaması fırsatından istifade gelmemiş olmalıydılar. Ben gelmiştim çünkü derslerden tek bir konu bile kaçırınca gerisini çorap söküğü gibi anlamıyordum. Yalan söylüyorum... Evet bugün okula gelmeyebilirdim ama gelme nedenim dersler değildi. Bunun gerçek nedeninin okul çıkışı sadece 20 dakikalığına da olsa O'nu görebilmek olduğuna inanamıyordum. Sadece 20 dakikalık bir yolda, sadece O'nu görmek, sadece O'nu yaşamak için geldiğime inanmıyordum. Her ne kadar kabullenemesemde gerçek buydu.</div><br /><br /><div align="left">Çıkış zili çaldı. Çantamı toparlayıp vakit kaybetmeden sınıftan çıktım. Çıkarken herhangi bir planım yoktu, ta ki O'nu görene dek. Alışkanlık olmuş sürekli uzun yoldan gidiyordum sıra arkadaşlarım olmasa bile. Beni bu yola sürükleyen bir nedenim vardı ama bunu benden başka kimse bilmiyordu. Birkaç metre önümdeydi. Zaten O'nu ne zaman görsem hep bizden önde giderdi çünkü gerçekten adımları çok hızlıydı. Takibe başladım. O farketmeden sürekli peşinde olabilmek için normalde yürüdüğümden daha hızlı yürüyordum. O, yolunda hiçbir şeyden habersiz yürümeye devam ederken ben de O'nun hakkında tespitlerde bulunmaya başladım. Mavi bir çantası vardı ve hep sol omzunda taşıyordu. Boşta kalan sağ elini ise yumruk yapıp bir ileri bir geri sallıyordu. Daha önce sadece resim dersinde O'nu konuşurken görürdüm, konuşurken yüzü gülerdi. Ne konuştuğundan habersiz, nasıl biri olduğunu bilip bilmeden içimden bir ses O'nun haddinden fazla masum olduğunu söylüyordu. Masumiyetine inanıyordum. O çok farklıydı. Diğerleri gibi değildi. Okulda genelde kendilerini dikkat çektirebilmek için halden hale giren kızlara hiç benzemiyordu. Onlar gibi görünmeden dikkatimi üstüne çekmeyi rahatlıkla başarıyordu. Ben tespitlerime devam ederken O birden sola doğru döndü. Döndüğü yol sıra arkadaşlarımla geçtiğimiz Fomara caddesinin bir sokak öncesiydi. Neden Fomara caddesinden geçmeyip önceki sokağı tercih ettiğini anlayamadım. İkiside aynı yokuşu çıkıyordu. Acaba O'nun evi bu sokakta olabilir miydi? O'na farkettirmeden takip etmeye devam ettim. Ben yokuşu çıkarken nefesim tıkanıyordu ama O bana mısın demiyordu. Yokuşun sonunda uzunca binalar çıktı karşımıza. Hemen binalardan önce gelen bir küçük otopark. Arabaların arasından geçip normalde arkadaşlarımla yürüdüğüm Fomara caddesine geçti. Acaba bu kullandığımız yol daha mı kestirmeydi? Yukarı doğru çıkmaya devam ettik. Bir bankanın önünden geçerken aniden durdu. Karşıdan karşıya geçecekti. Sanki O'nu takip etmiyormuşum gibi etrafa bakındım. Trafik ışıkları yoktu, arabaların azalmasını bekliyordu. Arabalar yukarıdan aşağıya doğru akıyordu. Bir ara arabalar azaldı ve karşıya geçti. Arkasından bende geçecektim ama iki şeritli yolda bir kere daha beklemesi gereken orta kaldırım vardı. Diğer yol ise az önce geçtiğinin aksine aşağıdan yukarıya doğru akıyordu. Şüphe uyandırmamak için O'nun olduğu kaldırıma geçmedim. Diğer yolda da arabalar azaldı ve tamamen karşıya geçti. Sıra bendeydi ama kahrolası arabalar buna izin vermiyordu. Sürekli soluma bakıp arabaların gelmediği bir anı bekliyordum. Karşıya geçtim. Şimdi sağa bakıp aşağıdan gelen arabaların bitmesini bekliyordum. Uzaktan geliyorlardı ve yine karşıya geçtim. Ama ters giden birşey vardı. O'nu göremiyordum. Halbuki daha az önce karşıya geçmişti. Sağıma soluma bakayım derken O'nu kaybetmiştim. Deminden beri yukarıya çıktığımıza göre karşıdaki yolda da yukarı çıkmaya devam edeceğimizi düşündüm. Öncekinden daha hızlı adımlarla kalabalık kaldırımda O'nu aradı gözlerim. Göremedim... Bu kadar hızlı çıkmasına imkan yoktu, evinin bu sokakta olma ihtimali de yoktu çünkü heryer ticari binalarla doluydu ama ne olur ne olmaz koşar adımlarla sürekli yukarı çıktım. Hala yoktu... Kaldırımın sonuna kadar çıktım ama hiçbir yerde göremedim. "Belki de aşağıya doğru inmiştir karşıya geçerken" düşüncesiyle koşarak aşağıya indim. Her gelen geçene belki O'dur diye bakıyordum ama göremiyordum. Kalabalık olmasından değil, zaten ilk görüşte kendisini belli ederdi ama küçücük yolda bir anda yok olmuştu. O'nu kaybettiğimden emin olduktan sonra morali bozuk bir şekilde aşağıya doğru, minibüs durağına doğru inmeye başladım. İnerken belki tesadüfen tekrar bulurum O'nu düşüncesiyle gözlerim hala yolları arıyordu. O gün O'nu ilk takibimdi ama bunu da elime yüzüme bulaştırıp O'nu gözümün önünde kaybettim. Hiç değilse bugünden bir ders çıkardım. Bir daha takip ettiğimde asla sağıma soluma bakmayacağım...</div>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-30774776997662331652010-01-12T13:50:00.000-08:002010-02-04T13:35:27.765-08:00Üçüncü Tekil Şahıs - 2<div align="center"><strong><span style="font-size:130%;">İkinci Bölüm</span></strong></div><br /><br /><br /><br /><div align="center"><em><strong>Bir Ay Sonra</strong></em></div><br /><br /><br /><p><br />Artık okulda dersler normal temposuna oturdu. Her sene olduğu gibi bu sene de okula gelip, ders işleyip eve dönüyordum. Genelde altgeçitten binerdim hep minibüslere. Ama bu sene biraz farklılık olsun diye yolumu uzatıp muhabbet ede ede santral garajdan binmeye başladım birkaç kez. Aslında yolumu değiştirmek benim için çok büyük bir değişimdi. Fazlasıyla monotonlaşmış hayatıma az da olsa renk katmayı başarıyordu bu değişiklik. Yolda sohbet ederek evlere dağılırken yaptığım saçma esprilerle karşımdakileri güldürebilmek beni gülenlerden daha fazla mutlu ediyordu.<br /></p><div align="left"></div><div align="left"></div><div align="left">Haftada 2-3 kez bu uzun yoldan gidişlerim yerini zamanla hafta içi her günlere bıraktı. Artık neredeyse hergün uzun yoldan gidiyordum. Bu yoldan gittiğimde normalde gideceğim yolun 3 veya 4 katı daha fazla yürüyordum ama normalde gideceğim yoldan 3 ve 4 katı fazla eğleniyordum. Önce okuldan çıkarken sola dönerek düz bir yolda baya bir ilerliyoruz. Ardından bir caddede yolumuz kesiliyor. Bu caddenin adı Fomara caddesi. Bu caddeden aşağıya doğru inersem Emir'le birlikte minibüs durağına gidiyorum. Yukarı doğru çıkarsam Elif ve Ezgi'yle fazladan bir yol katetmiş oluyorum ve Emir tek başına iniyor. Yokuş yukarı yürümesi oldukça zor ama yavaş yürüyünce pek de bir rahatsızlık vermiyor. Ayrıca dönerken aşağıya doğru hızla ineceğimden dönüşü yorucu olmuyor. Fomara caddesinde yukarı doğru birkaç metre çıktıktan sonra ışıkların orda Ezgi bizden ayrılıp caddenin karşısındaki yoldan gidiyor. Geri kalan yolu ise Benle Elif tamamlıyoruz. Şehreküstü meydanı'na evinin olduğu sokağa kadar gidiyorum. Oraya kadar geçirdikten sonra geldiğim yoldan geri dönüyorum ama Fomara caddesinin karşısındaki yoldan. Yine minibüs durağına çıkıyor ama o tarafta daha çok bayiler, satıcılar olduğundan daha hoşuma gidiyor. </div><br /><br /><div align="left">Birkaç kez bu yoldan gidince artık aynı yoldan giden diğer öğrencilerin yüzlerini tanımaya başladım. O tanıdık yüzler arasında birinin yüzü daha tanıdıktı. Ortak resim dersi aldığımız, yan sınıftaki kız. Üzerinde mavi ve uzun bir hırka vardı. Tek başına gidiyordu. Ayrıca sanki acelesi varmış gibi hızlı yürüyordu. Ve bir süre sonra gözden kayboldu...</div><br /><br /><div align="left">Artık hergün uzun yoldan gidiyordum ve bunun iki nedeni vardı: birincisi hayatımda ilk defa adını bile bilmediğim birinden anormal derecede hoşlanmaya başlamıştım. ikincisi sırf onu biraz daha olsun uzun görebilmek, onun hergün bu yoldan geçerken neler yaptığını seyretmek için fazladan yol tepip aç kalıyordum. Ama biliyordum, aşk fedakarlık isterdi. Ve benim yaptıklarım henüz fedakarlığın yanından bile geçmezdi. O'nun haberi olmasa bile kendi kendime gelin güvey oluyordum. Sanki kız arkadaşımmış gibi O'nu uzaktan seyrediyor, biri O'nunla konuşacak diye çok korkuyordum. O'nu sınıf arkadaşlarından bile kıskanıyordum. Nasıl bu kadar kolay bağlandım O'na? Elimde değil. Hayatımda gördüğüm en büyüleyici gülüşe sahipti. Çok güzel bir sesi vardı. Dalgalı saçları O yürürken dans ediyor gibiydi. Ve gözleri, yürüyüşü... O'nu görünce kendimi kocaman bir boşluktaymış gibi hissediyorum. O'na olan sevgimin belirtileri gün geçtikçe kendini gösterdi. Artık O'nu her gördüğümde soluğum kesiliyor, yutkunamıyordum. Yumruğumu var gücüyle sıkıyordum ve yüzümde anlamsız bir ifade beliriyordu. Ve O, bunlardan habersiz yolunda yürümeye devam ediyordu...</div>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-5509182051810160942010-01-12T06:16:00.000-08:002010-02-04T13:35:10.245-08:00Üçüncü Tekil Şahıs - 1<div align="center"><strong><span style="font-size:130%;">Birinci Bölüm</span></strong></div><br /><br /><div align="center"><strong><span style="font-size:130%;"></span></strong></div><br /><p align="center"><strong><em>İlk Görüş</em></strong></p><strong><br /><p align="left"><br /></strong>Bir okulda 4 sene okuyup hiçbir iz bırakamamak gibi birşey başardığınız mı hiç? Ben başardım. Çok garip bir duygudur bu aslında. Sınıf arkadaşların dışında kimse adını bilmez, kimse seni kantinde görmez, hatta o okulda okuduğundan haberi olmayanlar bile vardır. </p><br /><div align="left">Cem Sultan Lisesi'nde 5. yılıma girdim. Ders programını gördüğümde onca ders arasından bir tanesinin hayatımı değiştireceğini bilmeyerek son derece berbat derslerin sıralandığı listeye baktım. Anlaşılan bu sene de diğer seneler gibi zorlu olacaktı. İlk günlerin sakinliği, yerini yavaş yavaş hareketlenmeye bırakıyordu. Daha okulun ilk haftalarından ödevler verilmeye başladı. Daha önce görmediğimiz, garip, saçma ve bir o kadar da gereksiz derslerle doluydu. Eskiden 2 ders olan beden eğitimini tek ders yaparak ne kadar saçma olduğunu kanıtlamışlardı mesela. Matematik, Fizik ve Kimya dersleri seçmeli ders olarak gözüküyordu ama seçmemiz için bize sormamışlardı bile. Kendi kafalarına göre ekledikleri garip derslere karşı da çıkamazdık. Daha doğrusu ben çıkamazdım... Bundan önceki 4 senemde daha önce hiçbir sorumluluk almamış, hiçbir öğretmenle tartışmaya girmemiş, hiçbir konuda öğretmenlere fikrimi söylememiş olan ben, bu sene de aynı geleneği devam ettirecektim. Ne kadar zor olacağını anlamış olmalılar ki beden dersinin yerine istediğimiz bir dersi seçebileceğimizi söylediler. Sadece 1 ders olan beden eğitiminde soyunup giyinmek için giden 20 dakikadan arta kalan 20 dakikada işleyeceğimiz dersten birşey anlaşılmazdı zaten. Beden eğitimi dersiyle birlikte resim ve müzik dersleride olmak üzere 3 tane seçenek sundular. Çoğunluk resim dersini seçti. Bende öyle. Daha öncede hayatıma başkaları karar verdiği gibi bu seferde benim adıma kararlar alındı. Evet gerçi çoğunluk resim dersini seçmeseydi bile yine resimi seçecektim ama bunu başkalarının ağzından duymak, fikirlerimin ne kadar küçük olduğunu gösteriyordu. </div><br /><br /><div align="left">Resim dersimiz neredeyse tamamen aynıydı. Tek fark bir başka sınıfla ortak dersimizin resim dersi olmasıydı. Hemen yan sınıfımız olan 12 Sos D ile beraber resim dersi görecektik. Öğretmenimiz yine Ali hocaydı. Resim dersinin ilk günüydü. Salı gününün son dersindeydi. Ben ve sıra arkadaşlarım yine geçen seneki yerimize geçmiştik. Sıramız birbirine dönük olarak birleştirilmiş, büyük kare bir masadan oluşuyor gibiydi. Sınıf hiç değişmemişti. Sıraların aynı dizilişi, aynı kokular, duvarlarda asılı duran aynı resimler, herşey geçen sene bıraktığımız gibiydi. Ama komşu sınıfımızla resim sınıfında olmak biraz zordu. Hem bizim sınıftan hem de onlardan çıkan gürültü boğuk bir ses yaratıyordu. Sıralar şans eseri herkese yetecek kadardı. Sessizce etrafı izliyordum. Koskoca sınıfta erkek olarak bir ben bir de sıra arkadaşım Emir vardı. Tek tek baktığım sıralarda hep tanıdığım yüzler vardı. Ama onların beni hatırlamadığından adım gibi emindim. Nerde görmüş olabilirlerdi ki? Tek ihtimal İstiklal Marşı'nda... Gözlerim sıralarda tek tek gezmeye devam ederken geçen seneler hiç görmediğim birini gördüm. Okula yeni gelmiş olmalıydı. Peki ya O da benim gibi farkedilmeyenlerdense? Yok canım... Böyle birini görsem mutlaka hatırlardım. 4 senedir görmemem imkansızdı. Tanıdık bir yüz değildi ama nedense tanıdık biriymiş gibi sürekli dikkatimi çekti. Uzun bir süre O'na baktım. Sıralarımız birbirine çok uzaktı. Ben duvar kenarının en arka sırasında en köşede oturuyordum, O ise diğer duvar tarafının en ön sırasında en köşede oturuyordu. İstemsizce O'na bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Hafif kumralımsı ve dalgalı saçları vardı. İlk görüşte sıradan bir öğrenci gibiydi ama O'nu diğerlerinden farklı yapan bir özelliği vardı sanki. Aramızdaki uzak mesafeden dikkatlice bakınca gözlerinin yeşile benzer bir renk olduğunu gördüm.</div><br /><br /><div align="left">Ali hoca konuşmaya başladı. Bu derste neler yapacağımızdan, bu sene ne tür çizimler yapacağımızdan bahsetti. İlk resim dersimizde sadece neler çizeceğimizden konuştu. Zil çaldıktan sonra eve gittim ama çıkışta O'nu göremedim...</div>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-74816104531235136652010-01-10T14:29:00.000-08:002010-01-09T14:41:01.612-08:00Bir Doktor Reçetesi Olarak Benim BlogBugün farkettim de benim blogu psikolojik manyaklar takip ediyor lan. Şu blogun en altında sayyac denen bir dalga var ya, ona tıkladığında kimin google'a ne yazarak senin siteni bulduğunu yazıyor. Çıkan sonuçlar çok şaşırtıcı. Mesela bugün İstanbul'dan biri google'a "Şizofreni Maceraları" yazarak benim blogu bulmuş. Bir insan neden şizofreni maceralarını merak eder ki? "Buruşturulup atılmış kağıdın hikayesi" yazan bile var. Yine İstanbul'dan katılan bir izleyicimiz google'a "paranoya nasıl yenilir" yazıp bulmuş. Bu daha birşey değil geçmişte ne çok piskolojik sorunlarını yazmışlardı da daha yeni aklıma geldi bu konuyu bloga taşımak. Bu arada uzun zamandır yazamıyordum içimi döktüm rahatladım he.<br /><br />Bu piskolojik konularda bu kadar rağbet görürse psikoterapi günleri yapıcam artık bu blogda. Konsept tamamen değişicek. Blogun başlığını "Sorun, cevaplayalım." yapabilirim mesela. Olmadı "Evinizin pisikoloğu" koyarım başlığı. Ondan sonra temayı böyle döne döne küçülen o hipnoz çemberlerinden yaparım. Hergün bir piskopatın hikayesini yazarım. Bence tutar bak he. Toplumun buna ihtiyacı var galiba. Piskolojik sorunlarını google'la paylaşan insanlardan ne beklersin...<br /><br />Haydi kaçtım.Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-39703178219564083632010-01-09T17:12:00.000-08:002010-01-09T07:13:12.270-08:00Nerde o eski ergenler?Yeni nesil gençlere bir türlü anlam veremiyorum. Hayattan beklentileri, kendilerine seçtikleri tarzları, düşünme biçimleri, arkadaşlık kavramları, inançları, kararları falan çok farklı galiba. 90'lar neslinden biri olarak nedense bu yeni nesli korkutucu ve ülkemiz için büyük bir tehdit unsuruymuş gibi görüyorum. Evet, açıkça söylüyorum. Ben bu yeni nesilden korkuyorum.<br /><br />Peki kimdir bu yeni nesil dediğim bireyler? Bu nesil farklı bir akımla meydana gelmiş, ülkenin gelenek ve göreneklerinden uzak, kültürel farklılaşım ile bir anda üremiş bir nesildir. Nedenlerine ve nasıl başladığına girecek olursak, şahsi düşüncem bilgisayarın evlere girmeye başladığı dönemden itibaren olduğudur. Kişisel bilgisayarlar, 1981 yılından itibaren üretilmeye başladı; fakat ülkemize geliş süresi anca 89'larda görülmeye başladı. 1995 yılında artık evlerde yavaş yavaş görülmeye başlayan bilgisayarlar, 2000 yılından sonra hızlı bir artış gösterdi. Peki bilgisayarlar evlerimizi içten fethetmeye başlamadan önce gençler ne yapardı? İşte bu iki nesli birbirinden ayıran kısa çizgi budur. Yani bilgisayar öncesi ve bilgisayar sonrası... Bilgisayar, daha doğrusu teknoloji öncesinde hayat çekilir bir haldeydi. İnsanlar selamlaşırdı, komşular arasında sıkı bir bağ vardı ve en önemlisi çocuklar oynardı. Evet çocuklar oynar ve mutlu olurlardı. Çocukluk döneminin vazgeçilmezi olan saklambaç, körebe, yakar top, al satarım bal satarım, kutu kutu pense, seksek, evcilik gibi oyunlar o dönemin çocuklarını şimdiki nesilden farklı kılan oyunlardı. Çocuklar beyinlerini ve bedenlerini kullanır, somut oyunlardan zevk alırlardı. Bilgisayar geldikten sonra çocuklar artık bunları ikinci plana attı. Artık bütün bu oyunlardan daha fazlasını sağ elindeki 2 tuşta, sol elindeki takır tukur eden nesnede ve gözlerinin dibindeki boş bir ekranda bulur oldular. Ve ardından internetin gelişiyle herşey daha da karanlık bir hal aldı. İnternet üzerinden sanal arkadaşlıklar; çocukluk arkadaşlığını, sokak arkadaşlarını, parkları, dışarısını unutturur oldu. Çocuklar ve gençler yeni bir dünya keşfedip bu dünyanın cazibesine kapıldılar. Yüzünü görmedikleri insanlarla tanışmak, karşısındakinin onu anladığının farkına varmak etkileyici gelmeye başladı. Bu olay kültürel etkileşimin temellerini attı. Böylece farklı kültürdeki gençler, kendi kültürlerini, kendi düşüncelerini, kendi inançlarını bu kaynaşmayla birlikte başkalarına aktarabileceklerdi. Öyle de oldu. Sanal alemde gruplaşmalar meydana geldi. Herkes kendilerine ait tarzlar yaratıp bunları benimsedi. Kendileriyle birlikte başka kişileride bu tarzlara çekmeye başladılar. Özentilik kavramının doğuşu işte böyle başlayacaktı. Sanal gruplaşmalar art arda yeni tarzlar ve akımlar yaratmaya başladı. Emoculuk, rapçilik(giyim olarak), converseciler, kahkülcüler, piırsingciler bu akımlardan bağzılarıdır. Peki bilgisayar olmasa yine bu akımlar olur muydu? Evet, olurdu ama bu şekilde hızla yaygınlaşmaz ve ilgi çekici hale gelmezdi. Bunlar sadece gençlerin üzerindeki fiziksel ve ruhsal değişmelerdi. Şimdi de diğer değişimlere bakalım.<br /><br />Modern teknoloji, beraberinde daha birçok olumsuz sonucu getirdi. Bunlardan biri dildeki değişimdi. Artık ağız yerine klavye kullanan yeni nesiller klavye üzerinde kendi ürettikleri dilleri kullanmaya başladılar. Harflerde değişiklikler yaparak kendilerince daha cool bir yazı stili icat ettiler. Yazım kurallarını ihlal ederek kimisi kısaltmaları kendilerine benimserken, kimileri ünsüz harfleri ikiye böldüler. (bkz: <strong>yh</strong>a) Dildeki değişimler sadece bununla da sınırlı kalmadı. Yeni kelimeler eklemeye başladılar. cix, concon, kanka vb. Günümüzde bu kelimelerden en nefret ettiğim Kanka kelimesidir. Kanka kelimesi, 1997 yıllarında moda olmaya başlamış bir kelimedir. Asıl anlamı kan kardeşi'dir. Fakat malesef günümüzde yeni nesil tarafından en yakın arkadaş anlamında kullanılmaktadır. Kanka kelimesi; ilk olarak Ruhsar adlı dizide Cem davran ile en yakın arkadaşı arasında kullanılmaya başlamıştır. Ardından rahmetli İsmail Hakkı Sunat'ın oynadığı "Benimle Evlenir misin?" adlı dizide(ki bence en güzel bu dizide kullanıldı) Kamil Güler (şu sıralar Haneler'de ve 3-2-1 pişir adlı yemek programında gözükmekte) arasında hitap şekli olarak kullanılmıştır. Bu diziden sonra uzun süre duyulmayan Kanka kelimesi, Yurtseven Kardeşler'in sen hiç aşık oldun mu? adlı şarkısında "Neden ağlıyorsun diye sorma, sen hiç aşık olmadın mı be kanka?" gibi harika cümlelerden oluşan şaheserde kullanılmıştır. Yine uzun süreli bir bekleyişin ardından en büyük çıkışını Avrupa Yakası'nda Gaffur tiplemesinde yakalayan Kanka kelimesi, artık dillerden düşmeyen, dilimizin vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Günlük konuşma dili son derece berbat bir hal alırken; artık yeni nesil kızlar, eskiden erkeklerin birbirine hitap şekillerini alarak kendi aralarında kullanmaya başladılar. Birbirine "kanka, kanki, aga, agi" diye seslenen kızlara artık her köşe başında rastlanılmaktadır.<br /><br />Yeni nesil ergenlerde psikolojik değişimlerde gözlenebilir. Melankolizm ve pesimistlik akımı bunların arasında en popüler olanıdır. Yeni nesil ergenlerin belli bir yaştan sonra bu akımla tanışması ve beraberinde sürekli mutsuz olduklarını sanarak kendilerini bu gruba dahil etmeleri sonucu fazlasıyla yayılmış bir düşüncedir. Hayatta istediklerinin en ufağı yerine gelmediğini veya olumsuz şeylerin sürekli onların başlarına geldiğini düşünen bu ergenler kendi aralarında melankolik veya pesimist takma ismini kullanırlar. Genelde karamsar olup ciddi bir tavır takılırlar. Melankolizm; ne yazık ki günümüz ergenlerinin başından mutlaka geçecek olan bir dönem olarak kabul edilir.<br /><br />Nesiller arası bu değişimin belkide en korkunç olanı sosyal ve kültürel değişimdir. İnternet aracılığıyla daha hızlı bir şekilde yayılan bu değişimler ergenlerimizi fazlasıyla olumsuz yönde etkilemektedir. Bu değişimde sosyal çevrenin etkisi çok büyüktür. Liseye başlayan ergenler artık farklı bir ortam, farklı arkadaş gruplarıyla tanışır ve iyi ile kötüyü ayırt edemeyeceği döneminde nedense hep kötüye denk gelirler. Artık her yeni ergen sigarayı büyümenin bir evresi olarak görecek, sigara içmeyen arkadaş ortamında ve toplum içinde dışlanacaktı. Eteğini kısaltmayan kızlar süt olarak adlandırılacak, orasını burasını açmamış diye hor görülecek; erkeklerde ise gömleğini dışarı salmayan, kravatını göbeğine kadar indirmeyen, gömleğin ilk 3 düğmesini açmayan, saçlarını garip garip şekillere sokmayanlar arkadaşları arasında "gerçek bir liseli genç" rütbesine erişemeyecekti. Bunlar babadan oğula geçen krallık gibi ergenden ergene mecburi bir kural olarak geçecekti. Öyle de oldu. Artık bunları yapmayan kişiler geçmişte normal birer insan olarak görülürken günümüzde anormal kişiler olarak görülüyor. İnanılması güç ama ortalıkta palyaço olarak gezen bu ergenler, gözlerde normal biriymiş olarak kabul ediliyor.<br /><br /><br /><br />İşin özü şudur ki; toplumumuz tehlike altında. Sevgili ergen ebeveynleri; lütfen ergenlerinize sahip çıkın, böylece doğayı koruyun. Doğru dürüst yetiştirin lan şunları. Salmayın öyle hemen bayıra çayıra...Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-22856435793645825982009-11-28T02:41:00.000-08:002009-11-28T05:59:53.800-08:00Allah analı babalı büyütsün<a href="http://images.google.com.tr/url?source=imgres&ct=tbn&q=http://www.topthat.net/webrock/images/FLhollyrock001.jpg&usg=AFQjCNE_h8-Q-Wtpe0vlBCvtiE2esMo7tQ"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 287px; DISPLAY: block; HEIGHT: 199px; CURSOR: hand" border="0" alt="" src="http://images.google.com.tr/url?source=imgres&ct=tbn&q=http://www.topthat.net/webrock/images/FLhollyrock001.jpg&usg=AFQjCNE_h8-Q-Wtpe0vlBCvtiE2esMo7tQ" /></a><br /><div>Bu sabah gene kahvaltıyla beraber çizgi film izlemek geldi içimden. Kanalları rastgele zaping yaparken Taş Devri'ne rastladım. Hemde baya bi ilerlemiş bölümüne. Daha doğrusu bölüm değilde filmiydi. Filmin adı <strong>The Flintstone - hollyrock a bye baby</strong>'ydi. İzlediğim filmde Çakıl ile Bambam evlenmiş ve çocukları oluyordu. Çakıl hamile, doğum yapacak. Tüm ailesi onunla birlikte doğumhanedeler. Bizim eski sert, güçlü Bambam birden yumuşak, nazik, tamam karıcım, sık dişini karıcım moduna geçiyo. Barney elinde kamerayla o anı kaydediyo falan. Ve Çakıl zor bir doğum gerçekleştiriyo. Çakıl ve Bambam'ın ikiz bebekleri oluyo. Biri kız biri oğlan. Bu seferde kız olan Bambam'ın bebekliği gibi aşırı güçlü oluyo ve babasının saç rengi olan beyaz renkli saçları oluyo. Erkek olan biraz daha ağlak ve onunda annesi gibi kızıl saçları oluyo. Yani kız babasına çekmiş, oğlanda annesine. Çok duygulandım bi an. Fred'le Barney dede oldular :'( Hatta eğer yanılmıyorsam Taş Devri'nin yapımcılarından bir tebrik kartı aldılar. Hanna - Barbera'dan sevgilerle yazıyormuş kartta. Bu beni daha da duygulandırdı. Düşünsene çizgi filmin yapımcıları kendi çizdikleri, çizimleriyle hayat verdikleri karakterlerin bile doğumlarını kutluyo. Neyse, sonrasında Çakıl'ı patronu arıyo, bebek sahibi olduğundan habersiz sanırım. Çakıl'a terfi ettiğini söylüyo ama Çakıl bir an için tereddüt ediyo. Çünkü artık o bir anne. Sorumlulukları var artık. Çocuklara kim bakacak falan diye düşünürken Wilma kızıyla konuşuyo, ee sonuçta o artık anneanne olmuş, torunlarına bakabilir dimi? Çakıl'da terfi teklifini kabul ediyo. Telefonu kapattıktan sonra "Yaba daba duu!" diyo ve orda reklam oluyo. Devamını göremedim sonra misafirler geldi falan. Ama Taş Devri'ni yıllar sonra seyretmem, hemde böyle ayrı filmine denk gelmem beni mutlu etti. Sonuç olarak Çakıl ve Bambam'ın adına çok sevindim. Çizgi film dünyasına kattıkları yeni üyeler için onları kutlar, Allah analı babalı büyütsün derim. He bu arada kız olana Roxy, erkek olana Chip adını verdiler. Yada tam tersiydi hatırlayamadım. </div>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-69938307897004058692009-11-22T06:53:00.000-08:002009-11-22T09:22:27.846-08:00Geçmiş Bir Doğumgününü Kutlama TelafisiBugün burada eski bir dostumun geçmiş doğumgününü kutlamak amacıyla toplanmış bulunmaktayız. Evet, aradan 8 gün geçti ama hala utanmadan bunu telafi etmeye çalışıyorum. Aslında kendimce nedenlerim var. Bu kadar geç kutlayışımın nedeni okul ve dersane dışında bir sosyal aktivitemin olmaması. Çok kısa vaktim olsa bile kutlamadım çünkü eğer bir doğumgünü kutlayacaksam bu öyle sıradan bir günmüş gibi olmamalıydı. Bende bu vakit bulamayışımdan dolayı kutlayamadığım doğumgününü blogumda kutlamaya karar verdim.<br /><br />Dediğim gibi, 8 gün önce yani 14 Kasım'da eski bir dostumun doğumgünüydü. Adı Uğur. Yazılarımın altında yorumlarına denk gelenler vardır eğer hala bu blogu takip edenler varsa. 2008 yılının Şubat ayına dayanırdı bizim arkadaşlığımız. İyi ya da kötü kocamaaan aylar devirdik beraber. Genelde birbirimize hep zıttık, terstik ama bir o kadarda severdik birbirimizi. Şu lanet olası örneği vermekten nefret ediyorum ama "zaten mıknatıslarda da hep zıt kutuplar birbirini çekermiş ehehe" demeden geçemiycem. Doğruları oldu, yanlışları oldu, mutlu oldu ama genelde hep mutsuz oldu, aşık oldu, pişman oldu, kimi zaman çocuktan beter oldu, kimi zaman nasihat eden ebeveyn oldu, dost oldu, düşman oldu, gün geldi güler oldu, gün geldi ağlar oldu. Ama bunları olurken hep kendi oldu. Hiç başkası olmadı. İstese de olamazdı zaten çünkü söylediğine göre onun maskeleri yoktu. Herkesin güne başlarken taktığı maskelerden onda yoktu. Ve bir gün beni anlamadı, belki de o kendini anlatamadı. Sustuk... Konuşmadık günlerce, haftalarca, aylarca. Artık zıt kutuplar birbirini iter olmuştu. Birbirimizle konuşmadığımız yetmiyormuş gibi çevremizdekilerde konuşmamaya başladı. En kötüsüde iki tarafın tam anlamıyla birer inatçı keçi olmasıydı. Bu uzun susma dönemiyle birlikte pek çok şey yarım kaldı. En başta dostluğumuz. Peki başka yarım kalan şeyler var mıydı? Evet. Şimdi burada bir doğumgünü hediyesi olarak geçmişin tozlu raflarından bazı anıları indiricem. Bu çok basit bir hediyeymiş gibi gelebilir ama benim için değeri çok büyük. Tam 1 yıldır sakladığım hem maddi hemde manevi hatıralarım, anılarım var. İşte onlardan bir tanesi.<br /><br /><strong><span style="color:#ff0000;">30 Kasım 2008 Pazar</span></strong><br />Çağdaş ㋡<br />KiniX<br /><br /><br /><br /><span style="font-size:85%;">(03:23) Çağdaş ㋡:<br />bu saatte ne işin var len :D<br />(03:24) KiniX: </span><br /><span style="font-size:85%;">:D<br />(03:24) KiniX:<br />Olm oda arkadaslarimla pizza yedik. Tiras oldum. Yatmadan bi girdyim de pizza yedigimi soyleyip hava ataym dedm<br />(03:24) KiniX:<br />:D</span><br /><span style="font-size:85%;">(03:25) KiniX:<br />Sen uyumadin mi hala<br />(03:25) Çağdaş ㋡:<br />hayır :D<br />(03:25) Çağdaş ㋡:<br />yeni oda arkadaşların iyi çocuklara benziyo<br />(03:26) KiniX:<br />Iyi lan. Bunlarla cok iyi anlasiyorum<br />(03:27) Çağdaş ㋡:<br />:D</span><br /><span style="font-size:85%;">(03:27) KiniX:<br />Sen napiyon bu saatte hala pcde?</span><br /><span style="font-size:85%;">(03:27) Çağdaş ㋡:<br />ags bitti ya azcık bakayım sağa sola dedim<br />(03:27) KınıX:<br />:D</span><br /><span style="font-size:85%;">(03:27) KınıX:<br />Iyi yaptin da yat zibar artik<br />(03:28) KınıX:<br />:D</span><br /><span style="font-size:85%;">(03:29) KınıX:<br />Dedektif<br />(03:29) KınıX:<br />Sana bi gorev vereyim<br />(03:29) Çağdaş ㋡:<br />söyle :D<br />(03:29) KınıX:<br />Kendini gelistir</span><br /><span style="font-size:85%;">(03:30) Çağdaş ㋡:<br />ne konuda<br />(03:30) Çağdaş ㋡:<br /></span><a href="http://www.gyzem.com/"><span style="font-size:85%;">www.gyzem.com</span></a><span style="font-size:85%;"> oynuyorum<br />(03:30) KınıX:<br />SiBiNo yu biliyo musun<br />(03:30) Çağdaş ㋡:<br />kendimi geliştiriyorum bu sitede<br />(03:30) Çağdaş ㋡:<br />hayır son söylediğini bilmiyorum<br />(03:30) KınıX:<br />Gercek hayatta gelistir kendinh<br />(03:30) Çağdaş ㋡:<br />ama gyzem var o daha stratejik<br />(03:30) Çağdaş ㋡:<br />sibino ne<br />(03:31) KınıX:<br />SiBiNo nun anlamini bul lan<br />(03:31) KınıX:<br />Hadi bakalim<br />(03:31) Çağdaş ㋡:<br />ama bir dedektifin en önemli silahi ipuçlarıdır<br />(03:31) Çağdaş ㋡:<br />ipucu yokmu<br />(03:31) KınıX:<br />Ben karamsar yazilarimin ve siirlerimin altina KiniX \ SiBiNo diye imza atiyorum<br />(03:32) KınıX:<br />Al sana iPucu<br />(03:32) KınıX:<br />Yarina kadar bul<br />(03:32) KınıX:<br />Bulabilirsen her gorevinde desteklerim seni<br />(03:32) Çağdaş ㋡:<br />şimdi uyuycam nasıl bulayım yarına kadar<br />(03:32) KınıX:<br />Saygi duyarim altgecite<br />(03:32) Çağdaş ㋡:<br />(03:33) KınıX:<br />Yarin aksama kadar yani<br />(03:33) KınıX:<br />(03:33) Çağdaş ㋡:<br />ipucu ver<br />(03:33) KınıX:<br />Bu kadar ipucu<br />(03:33) KınıX:<br />Hadi yattim ben<br />(03:33) KınıX:<br />(03:33) KınıX:<br />Iyi geceler sana<br />(03:33) Çağdaş ㋡:<br />sanada<br />(03:33) KınıX:<br />Görüsürüz<br />(03:33) KınıX:<br />(03:33) KınıX:<br />By</span><br /><br /><span style="font-size:85%;"></span><br /><br /><span style="font-size:85%;"></span><br /><br />Aradan tam 11 ay 22 gün geçti ama ben hala bu yarım kalan görevi hatırlıyorum ve onca araştırmama rağmen bulamadım. Bu yarım kalanlardan sadece bir tanesiydi. Şimdi bir başkasına bakalım.<br /><br /><br /><br /><strong><span style="color:#ff0000;">20 Ocak 2009 Salı<br /></span></strong>Çağdaş / Cut! :D<br />KX#7<br /><br /><br /><span style="font-size:85%;">(15:53) KX#7:<br />çado<br />(15:53) KX#7:<br />(15:53) Çağdaş / Cut! :<br />hee :D<br />(15:53) KX#7:<br />sana bi şey srocam<br />(15:53) Çağdaş / Cut! :<br />sor<br />(15:53) KX#7:<br />ama çok pis sorcam<br />(15:53) KX#7:<br />:D</span><br /><span style="font-size:85%;">(15:53) Çağdaş / Cut! :<br />sor<br />(15:53) KX#7:<br />öyle bi sorcam ki<br />(15:53) Çağdaş / Cut! :<br />lan sor<br />(15:54) KX#7:<br />ne sorsam ki<br />(15:54) Çağdaş / Cut! :<br />:D</span><br /><span style="font-size:85%;">(15:54) KX#7:<br />sana bi kız ayarlıyım mı çado yanlış anlama aşk olaraktan<br />(15:55) KX#7:<br />ayarlıyım mı<br />(15:57) KX#7:<br />soru sordum içinden gelmiyosa ayarlama de<br />(15:59) KX#7:<br />please, be 'tın' me<br />(16:01) Çağdaş / Cut! :<br />hee naber :D<br />(16:01) KX#7:<br />soru sordum<br />(16:01) Çağdaş / Cut! :<br />dalmış gitmişim kusura kalma<br />(16:01) KX#7:<br />soruma cevap ver ~hıom<br />(16:02) Çağdaş / Cut! :<br />olum boşver be o istanbul'da ben bursa'da olmaz böyle.zaman öldürmek bu işler :D<br />(16:03) KX#7:<br />olm mekanı boşver sen haber ver hem bulacağım kızın istanbulda olduğnuu nerden biliyosun<br />(16:03) Çağdaş / Cut! :<br />büyük ihtimal orasıdır<br />(16:03) KX#7:<br />sen bana söyle kalbin ne alemde<br />(16:07) Çağdaş / Cut! :<br />kim acaba merakta ettim şimdi<br />(16:08) KX#7:<br />sne kimliğini boşver sen bi anlat nasıl birini istiyon<br />(16:08) Çağdaş / Cut! :<br />oha<br />(16:08) Çağdaş / Cut! :<br />kaç çeşit var lan elinde :D<br />(16:08) Çağdaş / Cut! :<br />iyice çöpçatan olmuşsun sen<br />(16:09) KX#7:<br />ya çöp çatan değil lan kimseyi ayarlayacğaı myok sadece merak ediyorum<br />(16:10) Çağdaş / Cut! :<br />olum ne bileyim benim kafamdan olsun işte<br />(16:10) Çağdaş / Cut! :<br />az çok tanıyosun beni<br />(16:11) KX#7:<br />senin kafanı.... mesela..?<br />(16:11) Çağdaş / Cut! :<br />:D</span><br /><span style="font-size:85%;">(16:11) Çağdaş / Cut! :<br />lan utancımdan konuşamıyorumda<br />(16:11) KX#7:<br />söyle sen<br />(16:14) Çağdaş / Cut! :<br />benim gibi ota boka gülen,optimist yani<br />(16:14) Çağdaş / Cut! :<br />tiki olmayan<br />(16:15) Çağdaş / Cut! :<br />eee başka<br />(16:15) KX#7:<br />bilmem rock dinlesin mesela<br />(16:15) Çağdaş / Cut! :<br />olabilir evet :D<br />(16:15) KX#7:<br />rapi sevmesin bok atsın hep<br />(16:15) Çağdaş / Cut! :<br />aynen :D<br />(16:15) KX#7:<br />haykiye laf atsın<br />(16:15) KX#7:<br />(16:15) Çağdaş / Cut! :<br />bravo lan<br />(16:15) KX#7:<br />başka<br />(16:15) KX#7:<br />fiziksel olarka sarışın esmer kumral<br />(16:16) KX#7:<br /></span><a href="http://www.uludagsozluk.com/e/4480385/"><span style="font-size:85%;">http://www.uludagsozluk.com/e/4480385/</span></a><span style="font-size:85%;"><br />(16:16) Çağdaş / Cut! :<br />sarışın yada kumral olsun<br />(16:16) KX#7:<br />tamam entrym nası lbu arada<br />(16:17) Çağdaş / Cut! :<br />görünmez bkz ile kılpayı + verirdim<br />(16:18) KX#7:</span><br /><span style="font-size:85%;">:D<br />(16:18) KX#7:<br />hım kızdan konuşalım<br />(16:18) Çağdaş / Cut! :<br />lan<br />(16:18) KX#7:<br />sarılınlar boktur diyordun hani<br />(16:19) Çağdaş / Cut! :<br />:D</span><br /><span style="font-size:85%;">(16:19) Çağdaş / Cut! :<br />eee şey<br />(16:19) KX#7:<br />ne<br />(16:19) Çağdaş / Cut! :<br />her sarışın birbirinin aynısı değildir dimi :D<br />(16:19) KX#7:<br />:D</span><br /><span style="font-size:85%;">(16:19) KX#7:<br />hım </span><br /><span style="font-size:85%;">(16:29) KX#7:<br />kızıl olmaz mı<br />(16:30) Çağdaş / Cut! :<br />ohooo çok iyi olur<br />(16:30) KX#7:<br />:D</span><br /><span style="font-size:85%;">(16:30) KX#7:<br />tamam<br />(16:30) Çağdaş / Cut! :<br />Kızılı 1 numaraya al :D<br />(16:30) KX#7:<br />sarışın kumral ya da kızıl<br />(16:30) KX#7:<br />esmerlere ne garezin var<br />(16:30) Çağdaş / Cut! :<br />yo bi garezim yokta ben kendimi bildim bileli esmerlerle iyi geçinemem hep kavga ederim<br />(16:31) Çağdaş / Cut! :<br />nasıl bir ilginçliktirse artık<br />(16:31) Çağdaş / Cut! :<br />hiç bir esmerle anlaşamadım bugüne kadar<br />(16:31) KX#7:<br />benle nasıl geçiniyon lan<br />(16:31) Çağdaş / Cut! :<br />o ayrı olum<br />(16:31) KX#7:<br />benle anlaşamıyon mu<br />(16:31) KX#7:<br />daların sana<br />(16:31) KX#7:<br />neyse<br />(16:31) Çağdaş / Cut! :<br />.D<br />(16:31) KX#7:<br />başka yaş konusunda aralığın var mı .D<br />(16:32) Çağdaş / Cut! :<br />yok yavrimo.17 olsun işte yaşıt<br />(16:32) Çağdaş / Cut! :<br />benden küçük yada büyük olmasın yani<br />(16:32) Çağdaş / Cut! :<br />kendimi desti izdivaçta sandım yemin ediyorum<br />(16:32) KX#7:</span><br /><span style="font-size:85%;">:D<br />(16:32) KX#7:<br />evet o zaman perde açılsın<br />(16:33) Çağdaş / Cut! :<br />ne çabuk buldun lan<br />(16:33) Çağdaş / Cut! :<br />hee turuncu saçta olabilir<br />(16:33) KX#7:<br />yok lan nerden bulcam öylesine soruyorum<br />(16:33) KX#7:<br />zatne bneim bulmamla olacak bi iş değil senin bulup bulduğun anda vurulman lazım<br />(16:34) Çağdaş / Cut! :<br />lan uğur heveslendirdin o kadar<br />(16:34) KX#7:<br />olm ben başta da dedim ayarlayacağımdan değil de merak ettim diye<br />(16:34) Çağdaş / Cut! :<br />lan yalan atma sana kız ayarlayayımmı dedin<br />(16:34) KX#7:<br />tamam da ciddiye mi aldın hemen<br />(16:34) Çağdaş / Cut! :<br />:D</span><br /><span style="font-size:85%;">(16:34) KX#7:<br />ayarlıyım istersen<br />(16:34) Çağdaş / Cut! :<br />:$</span><br /><span style="font-size:85%;">(16:34) KX#7:<br />ama sen beğenmezsin<br />(16:35) KX#7:<br />hazır var elimde<br />(16:35) KX#7:<br />seni de tanıyo ühım<br />(16:35) KX#7:</span><br /><span style="font-size:85%;">:D<br />(16:35) Çağdaş / Cut! :<br />kim<br />(16:35) KX#7:<br />söylemem<br />(16:35) KX#7:<br />sen de onu çok iyi tanıyorsun<br />(16:35) KX#7:<br />ama sen beğenmezsin onu<br />(16:35) Çağdaş / Cut! :<br />lan kim söylesene<br />(16:35) KX#7:<br />yok sen küfredersin söylersem<br />(16:36) Çağdaş / Cut! :<br />yok etmem ama kızarım belki<br />(16:36) Çağdaş / Cut! :<br />söyle<br />(16:36) KX#7:<br />kızarsın söylemem<br />(16:36) Çağdaş / Cut! :<br />lan söyle<br />(16:36) KX#7:<br />cıx<br />(16:37) Çağdaş / Cut! :<br />çok iyi tanıdığın biri dedin.çok iyi tanıdığım biriyle zaten şimdiye kadar duygusal bişey hissetmediysem olmaz demektir<br />(16:37) Çağdaş / Cut! :<br />o yüzden çokta fifi söylemezsen söyleme<br />(16:37) KX#7:<br />tamma söylemiyorum lan<br />(16:37) KX#7:<br />o sana karşı bi şeyler hissediyo ama söylemem<br />(16:39) Çağdaş / Cut! :<br />yalancının...<br />(16:39) KX#7:<br />ne istersen<br />(16:39) Çağdaş / Cut! :<br />kim lan söylesene<br />(16:39) KX#7:<br />cıx<br />(16:39) Çağdaş / Cut! :<br />sövcem ama uğur<br />(16:39) Çağdaş / Cut! :<br />söyle lan<br />(16:40) KX#7:<br />sen söylemezsen söyleme dedin susar mısın<br />(16:41) Çağdaş / Cut! :<br />ağzını burnunu kırarım<br />(16:41) KX#7:<br />susar mısın</span> <span style="font-size:85%;">:D</span><br /><br /><span style="font-size:85%;"></span><br /><br /><span style="font-size:85%;"><span style="font-size:100%;">Yine aradan aylar geçti ama o kızın kim olduğunu hala öğrenemedim. Açıkçası hala da merak ediyorum.</span> </span><br /><br /><span style="font-size:85%;"></span><br />O anılar sadece bunlarla sınırlı değil. Ondan kalan resimler, şarkılar da var. Mesela 11 aralık 2008'de benim verdiğim sitede kendisine yaptığı montajı bana atması. Umarım bu resmi burda yayınladığım için bana kızmaz ama cidden ilk defa yapılan montaj için çok başarılı ve o gün baya güldüğümü de hatırlıyorum.<br /><span style="font-size:85%;"></span><br /><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 317px; DISPLAY: block; HEIGHT: 320px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5406970003336375778" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHJjmDCpSQkjyl8FySFE4jNjwfWW3qLERl3iSlsDp-GbPxSo9yTXRkGm9HeR7R1Wl_d2mz6X4IwMVb3nM-zQ99P-jaXYMW7W2D-otXv59gYyKdEpponV70rhXdBv5ujTlcG-FL9dOx1ng/s320/61e83986fa83408881421902e45b83e6.jpg" /><br /><br /><p></p><p>Gönderdiği şarkılar hala duruyor. Her ne kadar tavsiye ettiği şarkıları sevmesemde yinede silmedim. O şarkılar arasında Zardanadam - Kalbim yok, Üç nokta bir - Dediler ki, Feridun Düzağaç - Beni Bırakma (sondan 2 taneyi seviyorum çünkü onları ben istemiştim) gibi şarkılar var ve hala duruyor. Zardanadam'ı zorla yollamasına ve benim önyargılarıma rağmen bu şarkıyı bana beğendirdiği içinde teşekkür ederim.</p><p>Yine sohbet günlüklerine geçip zaman zaman en saçma konularda bile tartıştığımızı göstereyim.</p><p></p><p><br /><span style="font-size:85%;">(02:49) Çağdaş ㋡:<br />Superman’in gücünün büyüklüğü tam olarak belli değildir.Genel olarak 100 ton ağırlığı kolaylıkla kaldırabilecek olduğu kabul edilir ama tam olarak ne kadar ağırlığı kaldırabileceği bilinmez.Superman kolaylıkla Mısırda ki büyük piramit’i kaldırabilir bunun toplam ağırlığı 6 milyon tonun üzerindedir ve bir dağı yerinden kaldırıp atabilir.Superman gücünün küçük bir kısmı gezegeni yerinden oynatabilir bunun için gereken solar enerjiyi dünyanın sarı güneşinden alır.Superman çizgi roman karakterleri arasında fiziksel güç olarak en güçlü karakter kabul edilir.<br /></span><span style="font-size:85%;">(02:49) [b]KiniX[/u]:<br />Bu ne lan<br />(02:49) [b]KiniX[/u]:<br />(02:50) Çağdaş ㋡:<br />süperman'in özel gücü<br />(02:51) Çağdaş ㋡:<br />100 ton ağırlık kaldırabiliyomuş<br />(02:51) Çağdaş ㋡:<br />e yuh yani<br />(02:51) [b]KiniX[/u]:<br />Yalan lan<br />(02:51) [b]KiniX[/u]:<br /></span><span style="font-size:85%;">(02:52) [b]KiniX[/u]:<br />100ton. 1ucak kac ton olur<br />(02:53) Çağdaş ㋡:<br />(02:53) Çağdaş ㋡:<br />lan ne uçağı uçak 100 ton bile değildir<br />(02:54) Çağdaş ㋡:<br />ama olabilirde<br />(02:54) [b]KiniX[/u]:<br />Tamam iste. Bi ucak kac ton?<br />(02:54) Çağdaş ㋡:<br />evet evet vardır o kadar<br />(02:54) Çağdaş ㋡:<br />ne bileyim sorduğun adama bak<br />(02:54) [b]KiniX[/u]:<br />Lan googlede falan arat bi<br />(02:55) Çağdaş ㋡:<br />lan sırf uğraştırıyon adamı başka bişey değil<br />(02:55) [b]KiniX[/u]:<br />(02:55) [b]KiniX[/u]:<br />Olm arat bi<br />(02:55) Çağdaş ㋡:<br />gemi kaç tondur var<br />(02:55) Çağdaş ㋡:<br />gemi olsunmu?<br />(02:56) [b]KiniX[/u]:<br />Olsun bakalim<br />(02:56) [b]KiniX[/u]:<br />(02:58) [b]KiniX[/u]:<br />?<br />(02:59) [b]KiniX[/u]:<br />Olm uyuyup kalcam burda.Benim senin gibi pcm yok. Canim sıkılıyor<br />(02:59) [b]KiniX[/u]:<br />(03:01)<br />[b]KiniX[/u] size bir titreşim gönderdi.<br />(03:01) Çağdaş ㋡:<br />bekle lan<br />(03:01) Çağdaş ㋡:<br />cevap yazacaklarına yorum yazmış saflar<br />(03:01) [b]KiniX[/u]:<br />?<br />(03:01) [b]KiniX[/u]:<br />(03:05) Çağdaş ㋡:<br />880 çarpı 1000<br />(03:05) Çağdaş ㋡:<br />o kadarmış<br />(03:05) [b]KiniX[/u]:<br />Ton mu?<br />(03:06) Çağdaş ㋡:<br />evet<br />(03:06) Çağdaş ㋡:<br />1000 kilo 1 ton<br />(03:06) Çağdaş ㋡:<br />1 ton çarpı 880<br />(03:07) [b]KiniX[/u]:<br />Püff<br />(03:07) [b]KiniX[/u]:<br />Lan 8 supermen 1 gemiyi kaldiramiyo mu<br />(03:07) [b]KiniX[/u]:<br />(03:08) Çağdaş ㋡:<br />yok lan 1 süperman 1 gemiyi kaldırabiliyo<br />(03:09) [b]KiniX[/u]:<br />Olm 100 ton kaldirmiyo muydu bu adam<br />(03:09) [b]KiniX[/u]:<br />Gemi 880ton<br />(03:09) [b]KiniX[/u]:<br />?<br />(03:09) [b]KiniX[/u]:<br />(03:09) Çağdaş ㋡:<br />hee<br />(03:09) Çağdaş ㋡:<br />doğru lan</span></p><p><span style="font-size:85%;"></span></p><p></p><p>İşte bu adamla benim yaklaşık 1 yılım geçti. Aklıma estikçe gider bu sohbet günlüklerini okurum. Bazen hüzünlenir bazen kahkahalarla gülerim. Güzel günlermiş çünkü. Şimdi o 19 yaşında ve 19. yaş gününü geçte olsa böyle bir şekilde kutlamak istedim. Geçmiş doğumgünün kutlu olsun Uğur. Nice mutlu yıllara.</p><p><span style="font-size:85%;"><span style="font-size:100%;">Not: o yarım kalan ve açıklamadığın şeyleri burda açıklamak istersen okurum yani. Hayır, merak ettiğimden değil yani ne bileyim hani belki duyguların depreşmiştirde vicdanın sızlamıştırda dur lan açıklayayım bari dersin diye şeyettim ama yani açıklamıycaksanda sorun değil. </span>(Açıkla lan yeter artık 1 yıldır beynimin bir köşesi çözümlenmeyi bekleyen sorularla dolu.)</span></p>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com17tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-19068018574210172242009-11-12T12:01:00.001-08:002009-11-12T12:01:41.065-08:00DenemeTelefondan blog yazmak. Kontörün suyunun çekilmesi...Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-1140246478646952172009-11-11T00:55:00.000-08:002009-11-10T14:55:50.410-08:00Göz yasıAcılar içinde dünyaya getirdiğim gözyaşlarım<br />Küçüktüm, erken doğumdu onlarınki<br />Ben büyüdükçe büyüdü sağanak yağışlarım<br />Yağmayın artık desem de dinlemezlerdi ki<br /><br />Hayatımdan bir sandal gibi gelip geçtin<br />Sen sandaldın, bense karanlık bir göldüm<br />Ayrılık kolaydı ve sen kolayı seçtin<br />Ben aslında seni sevdiğim gün öldüm<br /><br />Gözyaşlarım bile terkederken beni<br />Sana gitme dememi bekleme benden<br />Ben ki çoktan unutmuşum seni<br />Beklesem de artık ne gelir elden<br /><br />Yokluğun her ne kadar acıtsa da içimi<br />Kabullenmiş artık kalbim yalnızlığı<br />Unuttum derken kandırmışım hep kendimi<br />Bitmez kalbimin sana olan arsızlığı<br /><br />Ardından gözyaşları biriktirdim hep<br />Seninle kaybettiğim günlerin anısına<br />Sorular çoktu ama ayrılmaya yoktu sebep<br />Halbuki ne çok severdim seni çılgıncasına<br /><br />Yüzsüzüm, iki yüzlüyüm belkide<br />Sensizim, bu yüzden de sessizim son günlerde<br />Hıçkırıklarım sessizliğimi bozsa bile<br />Yutuyorum her seferinde, sen duyma diye <br /><br />Bak, bir damlasını daha kaybetti gözlerim<br />Tıpkı benim seni kaybettiğim gibi<br />Sana şimdi masal gelebilir bu sözlerim<br />Senin bana yıllardır anlattıkların gibiÇadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-17933771133430265362009-11-10T14:09:00.000-08:002009-11-10T14:17:20.959-08:00Ayrılık SanatıÇizildiyse ayrılığın resmi boş bir tuvale,<br />Söylendiyse ayrılığın şarkısı seven bir kalbe,<br />Yazıldıysa ayrılığın şiiri çizgili bir deftere,<br />Çekildiyse ayrılığın filmi beyaz bir perdeye,<br />Ve gurur duyuyorsan eserlerinle göğsünü gere gere...<br />Karşındaki seni sevmekten başka birşey bilmezken,<br />Sen terkedebiliyorsan onu göz göre göre...<br />Hayranını hayal kırıklığına uğratan sanatkâr!<br />Sanatını icra ettikçe sen kaybedersin.<br />Birgün sorarlarsa nasıl yaptın bunları diye,<br />Olup bitti mi dersin, ölüp gitti mi dersin?<br /><br />Bir resim var çizdiğin,<br />Senin için çiziyorum dediğin.<br />Şimdiye değin böyle kötüsünü çizmemiştin.<br />Konusu ayrılık, rengi soluk.<br />Sen vardın resimde,<br />Aşk kelimesinin anlamından yoksun,<br />Ben vardım resimde,<br />Ve ağlamaktan tutan bir tutam yosun...<br /><br />Bir şarkı var söylediğin,<br />içine binbir çeşit anlam yüklediğin.<br />Sonu karanlık, konusu ayrılık.<br />Bir ıslık tutturmuştun en başta,<br />Yerini mırıldanmalara bıraktı<br />Ve ardından şarkı...<br />Aktı ağzından ayrılık sözleri.<br />Hiç böyle karanlık görmemiştim o gözleri.<br />Canın sıkıldı sebepsiz ayrılıklarla,<br />Ağlıyorsun işte, hemde hıçkırıklarla...<br /><br />Bir şiir var yazdığın,<br />Gözyaşlarıyla ıslanmış yastığın.<br />Bir yığın buruşturulup atılmış kağıt,<br />Konusu ayrılık, kenarı yırtık<br />Kaleminden dökülen her ayrılık dizesi,<br />Ve yalnızlığın ensendeki o soğuk nefesi...<br />Titriyorsun işte,korkuyorsun besbelli,<br />Ayrılığın vereceği acıdan korkuyorsun.<br />Artık hiçbir aşk edemez seni teselli,<br />Ayrılık acısını veriyor, ve sen ağlıyorsun...<br /><br />Bir film var çektiğin,<br />Konusu ayrılık, sonucu yalnızlık<br />Başrolünde sen vardın filmin,<br />Seni seviyorum diyerek kandırdın beni,<br />Şekere kanan küçük bir çocuk misali...<br />Kandım bende.<br />Oysaki kendini kandırdın.<br />Yoktu ki senin hiç sevgin, hiç olmadı ki aslında<br />Unutma! Sende kanmıştın birine vakti zamanında...Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-30378242447560733562009-11-02T06:31:00.000-08:002009-11-02T07:52:03.814-08:00Yazıklar olsun!Önceki yazılarımda siyasetten, güncel olaylardan falan nefret ettiğimi söylediğimi hatırlıyor gibiyim. Şimdi bu yazıma başlamadan önce tekrar bu sözümü hatırlatıyor ve ister istemez siyasi bir konu hakkında yazı yazıyorum.<br /><br />Bu sabahta her sabah yaptığım gibi kahvaltı eşliğinde televizyon izliyordum. Sabahın 7'sinde denk geliyorsan çizgi film izlemek kadar güzel bir şey yoktur ama haberlerde işler değişir. Sabahın köründe haberleri izlemek günün ilk yanlışı olur. Neden mi? Bugüne kadar sabah haberlerinde denk geldiğiniz tek bir tane olumlu haber söyleyebilir misiniz bana? Peki ya olumsuz haber? İstemediğim kadar bulursunuz dimi? Güne olumsuz, kötü haberlerle uyanmak... Alışık olan bünyelere fazla etki etmeyen bu haberleri artık günün bir parçası olarak kabullenmişizdir ama bazen düşünecek bir şey kalmayınca, aklınız başka yerlerde değilse ve habere konsantre olmuşsanız izlediğiniz haberlerin ne kadar anormal olduğunu farkedersiniz. <br /><br />Dediğim gibi bu sabahta kahvaltı eşliğinde haberleri izlerken bir haber, yediğim kahvaltının boğazımdan geçmesini zorlaştırdı. Haberi özet geçiyorum:<br />DTP'liler İstanbul'da teslim olan pkklılara destek vermek için yürüyüş yapıyorlar. Bunu yaparken aynı zamanda öcalan ve pkk lehine sloganlar atıyorlar. Dikkat! Bunu İstanbul'da yapıyorlar. Tekrar dikkat! Polis bu yürüyüşü sadece seyrediyor. Evet, yanlış okumadınız. Ankara'da, pkklıların dağdan inmesine tepki gösteren şehit ailelerinin yürüyüş yapmasına müdahale eden polislerimiz; İstanbul'da, pkknın dağdan inmesine destek veren dtplileri sadece uzaktan seyrediyor. Ve bu sadece haberin başlangıcı. Devamında bu dtpliler yürüyüşteyken bir esnaf, elindeki Türk bayrağını açıyor ve bunu gören dtpliler adeta kuduruyor. Nedeni sözlerinden belli: "Bayrak açarak provoke ediyor." Tabi buna ne kadar neden denilebilirse... Siyasetle hiç ilgilenmeyen biri olduğum için provoke sözünü anlamadım tabi. Sonra araştırdım ki anlamı kışkırtmakmış. Sonra haberi tekrar kafamdan geçirdim. Neler olmuştu? Esnaf Türk bayrağını 100 küsür dtpliye gösterdi ve dtpliler birden kudurmuş birer köpek gibi hırlamaya başladı. Türk bayrağını kışkırtıcı bir öge olarak görmek? Türk bayrağının gölgesi altında yaşamak ama Türk bayrağını hazmedememek, sevmemek? Nasıl bir beynin kabullenişidir bu? Yıllardır vatan haini cümlesini yanlış insanlarda tanımışız anlaşılan. Vatan haini kelimesini uzaklarda aramamalıymışız aslında. Türk bayrağını, Türkiye toprakları sınırları içerisinde hazmedemeyen, sevmeyen, görünce hayvanlaşan insanlar gerçek vatan haini değilmidir?<br /><br />Devamındaysa olaylar şöyle gelişiyor. Türk bayrağını gören dtpliler, esnafa saldırmak için hareketleniyor ama neyse ki esnaf ile dtpliler arasında fabrikanın telleri falan var. O da olmasa, esnafa ulaşıp saldırsalar polisler yine seyretmeye devam edecek heralde... Ve sonra geçte olsa polisler dtplileri çember içine alıp engelliyor. Ama neye yarar? Hem suçlu hem güçlü olanlar birde utanmadan linç etmeye kalkıyorlar ülkesini seven, şehitlerin katillerini unutmayan bir Türk'ü. <br /><br />Öyle iğrenç, öyle üzücü, öyle göz yaşartan bir haberdi ki daha fazla detaya girmeyip iki üç yorum yapıp defolup gidicem. Öncelikle esnaf amcamı tebrik ediyorum. Büyük bir cesaret onun yaptığı. 100 küsür canavara karşı tek kişi. Yanında başka çalışanlarda vardı ama onlar sadece bakmakla yetindiler. Ve lanet ediyorum. Bana eğlence ve mizah amaçlı açtığım bloguma siyasi ve son derece hayvani bir haberi yazmama sebep olanlara lanet ediyorum. Siyasi yazılardan nefret ediyorum, o yüzden umarım bu yazım ilk ve son olur bu konuda...Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-30263528670106471012009-10-31T15:38:00.000-07:002009-10-31T16:35:51.040-07:00İtiraf - 1İtiraf ediyorum sevgili okur:<br /><br />Her hafta kitapçıya gidip Uykusuz dergisinin en kısa köşelerini okuyorum. En kısası şimdilik takip ettiğim kadarıyla Şizofren. Fırat'ta vardı kısa olan ama o bi kaç haftadır yok. Her hafta düzenli olarak kitapçıya gidip, önce kapaktaki karikatüre bakıp, ardından Deniz Ensari'nin çizdiği Şizofren köşesini okuyup, sanki alacakmışım gibi sayfaları yavaş yavaş çevirip, alıcı süsü veriyorum kendime. Almıyorum haliyle... Aldığım yere geri koyup etrafı kolaçan ediyorum acaba uzun süre durdum diye farkeden oldu mu diye. Mutlaka farkeden vardır ama artık alışmaktan ses çıkarmıyorlardır. Yakında daha ben dergi raflarına uğramadan "Senin dergi geldi, al. Geç şu taburede oku, sonra yerine geri koy. Kendine eziyet ediyorsun evlat. Al rahat rahat oku, sende rahat et bizde..." diye herşeyi kabullenirlerse hiç şaşmam. Hızlı okuma yeteneğini geliştirip daha uzun metinlere geçicem. Şu sıralar gözüm Sandık içi'de :)Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-55220598094638139402009-10-20T12:42:00.000-07:002009-10-25T10:15:06.406-07:00Nerelerdeyim?Neredeyse 1 aydır yazı yazmıyorum. Ama bir sor bakalım neden yazmıyorum? Sor bi... Hayır dandik yazacağımdan tırsmamla alakası yok. Söylüyorum. Neredeyse 5 yıldır boş bir hayat geçiren ben, sabah akşam hiç bir iş yapmayan, "şu gün, şu saat sana uyar mı?" diye soranlara "bana her gün uyar yaa benim hep vaktim var" diyen ben, artık o vaktin yüzde 1 gr/cm³ 'ünü bile bulamıyorum. Evet, değişen aksanımdan da anladığınız üzere artık bende bir ÖSS'ciyim... <br /><br />Şöyle bir durum vardır hani... Össye girip çıkanların görmüş geçirmişlik tavrı vardır. "Öss'ye hazırlanmak şöyle stres yapar, böyle zordur, yok ben yıllardan beri test çözüyorum lan, dersaneye gitmeden olmaz bu işler evlat" falan diye gerilim veren tipler vardır ya, işte ağzı burnu kırılası tiplerdir onlar. Çünkü anlattıkları gibi birşey değildir aslında. Kimine göre öyle olabilir tabi kişiden kişiye değişiyor ama bir kısmıda doğru. Şöyle doğru: sınav öncesi akılda oluşan soru işaretlerinin verdiği rahatsızlık... Acaba nasıl birşey, acaba çok mu zor, acaba testlerde bildiklerim kadar asıl sınavda da bilebilecek miyim? gibi soruları kendi kendilerine soranlar tabii ki stres mtres diyecekler. Bunun neresi stres abi? Aksine eğlenceli bile. Dur anlatayım.<br /><br />Bu ayın 10'u falandı galiba, sağolsun Filiz abla(bkz: Gündeyiz adlı yazımda adı geçen Filiz abla) gelmiş anneme önermiş bir dersane. Annemde bana dedi ki; şöyle şöyle bi dersane varmış, bizim mahalleden bi ablada orda öğretmenmiş falan dedi bende dedim tamam bana uyar. Buraya kadar herşey normal çünkü hep boş vaktim olduğundan rahatlıkla bana uyar diyebiliyorum. Vakitten bol birşeyim yok o zamanlar. Ohh okula git, eve 1'de gel ondan sonra akşama kadar koskoca bomboş bir vakit. Ders falanda çalışmıyorum tabi sanki 7 ay sonra sınava girecek olan ben değilmişim gibi... Neyse gittik dersaneye, 8. katta böyle bir işhanının en üst katında falan, kantininden Bursa'yı kuşbakışı görebiliyorsun ama kantinin doğu yönündeki penceresinden de Bursa mezarlığını komple görebiliyorsun. işte kayıt işlemlerinin yapıldığı odaya doğru gittik aa bi baktım Kader abla. Tabi o güne kadar adını bile bilmiyordum ama mahallede birkaç kere görmüşlüğüm var yani. Hatta onunda görmüşlüğü varmış beni, küçükken kapılarının önünden bisikletle geçermişim, küçüklüğümü bilirmiş öyle anlattı. O öyle deyince gözümün önünden bisikletle geçirdiğim çocukluğum bir kısa metrajlı film olarak geçti. Film bittiğinde annem kayıt işlemlerini başlatmıştı bile. Ve sonunda kayıt yaptırdık. Birden acayip bir güç hissettim, değişik bir enerji sardı bedenimi. Artık bende bir dersaneye giden össci olmuştum. Farklı duygulara kapıldım, buranın bana össyi kazandırabileceğine inandım bi kere. Çünkü öğretmenler her an fotoğraf çekimine hazırmışlarda sürekli "peyniiir" diyerek geziyorlarmış kadar güler yüzlüydüler. Benim bir teorim var, o da şu: Bir ders ne kadar zor olursa olsun o dersi kolaylaştırmak öğretmenin elinde. Güler yüzlü bir öğretmenden öğrenilen dersin başarısı %100'dür bu kadarda emin konuşuyorum. Bir öğretmen güler yüzlü oldumu, öğrencileri sıkmadan ders anlattımı o ders ne kadar zor olursa olsun artık öğrencinin en sevdiği derstir. Yani herşey öğretmende biter bu kadar basit. Tabi öğrencide de öğrenme isteği olacak o ayrı...<br /><br />Neyse işte kayıt yaptırdık falan artık son muhabbetlerimizi etmeye başladık. Müdür sürekli "sınırsız etüt veririz" diyip duruyordu. Bende kendime içimden "etüt ne lan" diyip duruyordum. Hemen yarın başlıyoruz dediler, tekrar içimden "oha, daha hazır değildim ben ama" dedim. Yanıldım, geç bile kalmıştım. 7 ayımın kaldığını düşününce birden hazır olduğumu farkettim. Yarın oldu, dersaneye gittim. Konulara yetişmem için öncesinde birebir etütler almaya başladım. Böylece etüt'ün anlamını anlamış oldum. Ekstra ders gibi birşey sanırım. Anlıyordum, ilk defa içim bu kadar öğrenme aşkıyla dolmuştu. Son sürat konulara yetişmek için birebir ders görüyordum. Herşeyden önce dediğim teori doğrulanmıştı. 5 yıldır görüp unuttuğum konular artık 1 günde aklımda kalıyordu. Birkaç gün böyle birebir alarak konulara yetişmiştim. Artık sınıfta diğer arkadaşlarımla dersleri takip edebilirdim. Etüt sınıfı adında bir sınıfımız var, küçücük, minicik, sevimli mi sevimli bir sınıf. Arkasında bir pencere var, ordan karşıdaki emniyet müdürlüğünü dikizleyebiliyorsun. Polis amcalar gününün çoğunu bilgisayarda Spider Solitaire oynayarak geçiriyor, hani şu kartlı oyun var ya o oyun işte. Evet işim gücüm yok bunları takip ediyorum. <br /><br />Önceden dersane sistemine pek sıcak bakmıyordum ama anladım ki yanılmışım. 5 senelik lise hayatımda hiç görmediğim, hiç duymadığım konuları bile dersanede öğrenebiliyorum. Çok ciddiyim. Lisede öğretilenleri tekrarlamakla beraber lisede öğretilmeyen ama öğrenilmesi gereken konuları bile gösteriyorlar. <br /><br />Herşey bir yana, bu okul-ev-dersane üçgeni arası koşuşturma(okul ve dersane kenarları birbirine eşit, ev kenarı kısa olanı, o yüzden ikiz kenar üçgendir bu üçgen)(Ayrıca iç <em>acı</em>ları toplamı çok acıtır) insanın psikolojisini olumlu veya olumsuz etkiliyor, bu bir gerçek. Doğal ihtiyaçlar dışındaki zamanın tamamını ders işleyerek, test çözerek geçirince insanın beynide klasik koşullanıyor. Pavlov'un köpeği gibi... Biliyorsunuzdur heralde Pavlov'un köpeği hikayesini. Pavlov, köpeğe önce zil çalıyor, ardından et veriyor. Bu sürekli tekrarlanınca köpek artık her zil çalışında et yiyeceğini anladığından salyaları akıyor falan. Bizde de aynı hesap. Ders zili çalıyor, öğretmen test veriyor, testler çözülüyor. Ders zili çalıyor, öğretmen test veriyor, testler çözülüyor. Bu sürekli tekrarlanınca artık şartlı reflekslenmiş, klasik koşullanmış olan öğrenciler her duyduğu zilde test çözmeye başlıyor. Ders zilinde, tenefüs zilinde, kapı zilinde bile...<br /><br />Bir süre sonra zaten ister istemez o yaşam şartlarına uyum sağlıyorsun. İşin makarasında olan öğrenci tipinden, inek öğrenci tipine doğru evrim geçiriyorsun. Artık okuldaki derslerde öğretmenin sorduğu sorulara lapin gibi atlayınca eskiden derslerde muhabbet ettiğin arkadaşlarınla da aran açılıyor. "Tamam, anladık biliyosun öğretmenin sorduklarını. Anladık tamam dersaneye gidiyosun ama bunu gözümüze gözümüze sokacak kadar belli etme. lan daha dün kopya versene hacı diyene bak, bugün hocanın gözüne girmek için k.çını yırtıyor" bakışları atıyorlar sana. Ama onların düşündükleri gibi değil işte. Gerçekten konuyu bildiğin için canın lapinleşmek istiyor. Bir soruyu bilmenin verdiği mutluluğu tatmak istiyor.<br /><br />Geçenler yine dersaneden dönmüşüm, dur azcık bilgisayara bakayım ne var ne yok dedim. Rastgele şarkı seçtim, Şebnem Ferah'tan Çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar'ı açtım. Şarkı çalınca o şarkı artık tatil zamanındaki dinlediğim şarkıya benzememeye başladı. Şarkının sözlerini, müziğini dinleyeceğime sözlerinin içindeki anlatım biçimlerini, kafiye örgüsünü, ahengini falan çözmeye başladım aklımdan. Şimdi şarkı çalıyo çalıyo, nakarata geldi mesela, Çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar diyo, ben aklımdan hemen "hmm betimleyici anlatım vardır çünkü ayakkabıyı betimliyor burda hı hı evet", "hmm bu mısrada zincirleme isim tamlaması var" gibi... Normal, dinlemelik olan şarkıyı dil ve anlatım'a alet ettim. <br /><br />Ama tüm bunlara rağmen dersane güzel şeydir. Dersaneler lise, liselerde dersane olsaydı ya... O zaman öss çekilmez bir çile yerine kazanması en kolay ödül gibi olurdu. Peki o zaman size bir soru...<br /><br /><br />Yukarıdaki uuupuzun metinde anlatılmak istenen nedir? <br /><br />Cevap: İşte 1 aydır yazmıyorum ya, neden 1 aydır yazamadığım anlatılmak isteniyor...<br /><br /><br /><br /><br />Not: Yinede ne olursa olsun matematiği almıyor bu kafa arkadaş. Acaba o yüzden mi normal değilim?<br /><br />İlan: Matematik dersinden msn'de özel ders verecek, alanında uzman, üniversiteli gençler aranıyor.Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-59498294702592730182009-10-03T08:49:00.000-07:002009-10-03T14:17:31.630-07:00Geçmiş Olsun Deniz SekiDuyduğuma göre dün Deniz Seki tahliye olmuş. Açıkçası hayranı olduğum için bu habere çok sevindim. "Aaa şuna bak, uyuşturucu bağımlısı tahliye oldu diye seviniyo" diyenleri duyar gibiyim. Onlara iki çif lafım var... Hep dediğim gibi: "Sanatçıların özel hayatları umrumda değil, önemli olan yaptığı sanattır." İşini iyi yapıyor mu? Evet. Sana bana bi zararı var mı? Hayır. E o zaman hayranı olmamın bir sakıncası yok demektir. Bu sözümün hala arkasındayım ve öyle olmayada devam edicem. Sevdiğim bir sanatçıdan bir hata yaptı diye nefret edecek değilim. Eşini aldatan olur, uyuşturucu kullanan olur, sapık mapık olur, katil falan olur ama bunlar beni hiç ilgilendirmez. Hüsnü Şenlendirici karısını bir kadın için terketmiiiiş! Eee ne yapayım şimdi? Sırf böyle bir hata yaptı diye onun sanatını görmezden mi geleyim? Banane onun özel hayatından... Adam güzel çalıyor mu? Çalıyor. Tamam o zaman olay bitmiştir. Deniz Seki uyuşturucu kullanmıııış! Eee bundan banane? Sanatçının özel hayatından ba-na-ne! Sanatını güzel bir şekilde icra ediyorsa o sanatçı ne yaparsa yapsın benim gözümde sanatının değeri kadardır.<br /><br />Şimdide her böyle olaylarda olduğu gibi ikiye ayrıldılar. Deniz Seki'den hatası yüzünden nefret edenler ve hatasına rağmen ona hala destek olanlar... Ben destekçilerindenim. Bir sanatçının yaptığı hatadan dolayı o sanatçıdan nefret eden, o sanatçıyı aşağılayan, yuhalayan zihniyeti anlayamıyorum. Hata yapmışsa kendine yapmıştır, sana noluyor? He işte kötü örnek oluyor, bir sanatçının her zaman sevenlerine iyi, güzel örnek olması gerekir falan filan dersiniz, ben bu görüşünüze yine katılmam. Dünyada hergün kaç milyon kişi insanlığa kötü örnek oluyor biliyor musunuz? Zaten sağımız, solumuz, her tarafımız kötü örneklerle dolu, bir sanatçı kötü örnek olsa noooluur olmasa ne olur? Zaten özel hayatlarındaki yanlışlıklarına takıp sanatını görmezden geliyorsan anla ki sen televolecisin, magazincisin. Sözüm bunu okuyanlara değil yani böyle düşünenlere.<br /><br />Bi klibi vardı Deniz Seki'nin, bilmem hatırlar mısınız... Yıldız Tilbe'nin yazdığı "Kim bu gözlerindeki yabancı" şarkısına ait bir klibi var. Söylenenlere göre o dönem bu klini izleyen herkese kendini hayran bırakıyormuş. Şimdi sizi o kliple baş başa bırakayım, sanatını güzel icra ettirebiliyor mu kararıda siz verin...<br /><br /><embed id=VideoPlayback src=http://video.google.com/googleplayer.swf?docid=6249908601498774651&hl=tr&fs=true style=width:400px;height:326px allowFullScreen=true allowScriptAccess=always type=application/x-shockwave-flash> </embed><br /><br />Video açılmıyorsa yazın işte google a onuda ben mi söyleyeyim :) O değilde böyle biri hapiste hayal edilebilir mi yaa, zaten yeterince pişman olmuş. Kıyamam :)Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-74678997523026993422009-10-03T03:27:00.000-07:002009-10-03T04:21:48.725-07:00Ben X<a href="http://www.onlinesinemaizle.net/data/media/58/2s0yg6v.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 450px; DISPLAY: block; HEIGHT: 600px; CURSOR: hand" border="0" alt="" src="http://www.onlinesinemaizle.net/data/media/58/2s0yg6v.jpg" /></a><br /><div><div>Ben, kimseye benzemeyen birisidir. Kendine özgü hayatı olan Ben, dış dünyadan bağımsız bir şekilde yaşamını sürdürmektedir. Gününün büyük bir kısmını internet üzerinden “Archlord” isimli oyunu oynayarak geçirmektedir. Oyunda, çok güçlü, saygı duyulan bir karakteri vardır. Ben'in en büyük hayali, gerçek hayatta da oyundaki gibi bir karaktere sahip olmaktır. Fakat “Otizm” adı verilen hastalığı yüzünden bu hiç te kolay değildir. Sürekli arkadaşlarının şakalarına maruz kalan, dışlanan Ben'in yardımına “Archlord” oyunundan tanıştığı Scarlite adlı kız koşacaktır...</div><br /><div><strong></strong></div><br /><div><strong>Yapım:<br /></strong><a title="2007 Yılında Yapılan Filmler" href="http://www.sinemalar.com/filmler/yil_2007/">2007</a> ~ <a title="Belçika Filmleri" href="http://www.sinemalar.com/filmler/ulke_2309/">Belçika</a>, <a title="Hollanda Filmleri" href="http://www.sinemalar.com/filmler/ulke_2382/">Hollanda</a><br /></div><br /><div><strong></strong></div><div><strong>Tür:<br /></strong><a title="Dram Filmleri" href="http://www.sinemalar.com/filmler/tur_562/">Dram</a>, <a title="Psikolojik Filmleri" href="http://www.sinemalar.com/filmler/tur_577/">Psikolojik</a><br /></div><br /><div><strong></strong></div><div><strong>Yönetmen:<br /></strong><a title="Nic Balthazar" href="http://www.sinemalar.com/sanatci/65709/Nic-Balthazar/">Nic Balthazar</a><br /></div><br /><div><strong></strong></div><div><strong>Senaryo:<br /></strong><a title="Nic Balthazar" href="http://www.sinemalar.com/sanatci/65709/Nic-Balthazar/">Nic Balthazar</a><br /></div><br /><div><strong></strong></div><div><strong>Senaryo Kitap:</strong><br /><a title="Nic Balthazar" href="http://www.sinemalar.com/sanatci/65709/Nic-Balthazar/">Nic Balthazar</a><br /></div><br /><div><strong></strong></div><div><strong>Yapımcı:</strong><br /><a title="Burny Bos" href="http://www.sinemalar.com/sanatci/65705/Burny-Bos/">Burny Bos</a>, <a title="Erwin Provoost" href="http://www.sinemalar.com/sanatci/61770/Erwin-Provoost/">Erwin Provoost</a>, <a title="Sabine Veenendaal" href="http://www.sinemalar.com/sanatci/65708/Sabine-Veenendaal/">Sabine Veenendaal</a>, <a title="Peter Bouckaert" href="http://www.sinemalar.com/sanatci/65706/Peter-Bouckaert/">Peter Bouckaert</a><br /></div><br /><div><strong></strong></div><div><strong>Görüntü Yönetmeni:<br /></strong><a title="Lou Berghmans" href="http://www.sinemalar.com/sanatci/65704/Lou-Berghmans/">Lou Berghmans</a><br /></div><br /><div><strong></strong></div><div><strong>Müzik:</strong><br /><a title="Praga Khan" href="http://www.sinemalar.com/sanatci/65703/Praga-Khan/">Praga Khan</a><br /></div><br /><div><strong></strong></div><div><strong>Dağıtım:<br /></strong><a title="Bir Film" href="http://www.sinemalar.com/filmler/dagitim_640/">Bir Film</a><br /></div><br /><div><strong></strong></div><div><strong>Filmin Websitesi:<br /></strong><a title="Ben X" href="http://www.benx.be/" rel="nofollow" target="_blank">http://www.benx.be/</a><br /></div><br /><div><strong></strong></div><div><strong>Süre:<br /></strong>1 saat 33 dk<br /><strong></strong></div><br /><div><strong></strong></div><div><strong>Gösterim Tarihi:<br /></strong>25 Temmuz 2008 (Türkiye)</div><br /><div></div><br /><div></div><div><strong></strong></div><div><strong>Kişisel yorumum:</strong> Mükemmel bir film. Gerek konusu, gerek oyuncuları, her türlü konuda çok başarılı. Filmin çoğu yerinde oturduğunuz yerde rahat duramıyorsunuz. Mutlu bir sahnesi varken aniden üzücü bir sahneye çevrilebiliyor. Sürekli duygu karmaşası içerisinde oluyor izleyiciler ve bu da filmin ne kadar etki bırakan cinsten olduğunu kanıtlıyor. Ayrıca film süresince dünyaya otizmli insanların gözünden bakabilmenize olanak sağlıyor. Otizmli insanların ne hissettikleri, ne düşündükleri hakkında küçük ipuçları ve mesajlar veriyor. Filmin gerçek bir öyküden yola çıkılarak yapılmasıda filmi daha etkileyici kılıyor. Filmin baş rol oyuncusu Greg Timmermans'ın ve yönetmen Nic Balthasar'ın ilk deneyimleri olmasına rağmen gayet profesyonelce bir iş çıkarıldığını söyleyebilirim. Film bitince içinizi bir hüzün, bir burukluk kaplıyor, insanlara acıma duygunuz ve insanlardan nefret duygunuz oluşuyor aynı anda kısa süreliğine, zaten bir psikoloji filmi olarak bu etkiyi bırakmalı ve fazlasıyla bırakıyor. Herkese tavsiye edebileceğim harika bir psikolojik dram filmi.</div></div>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-71962238346034327092009-09-30T03:49:00.000-07:002009-09-30T06:22:19.646-07:00GündeyizSevgisiz günlük;<br /><br />Bugün annemin günü var. Gün sırası ona gelmiş ve evde farklı bir koşuşturmaca var. Her anne günü geldiği zaman yaptığım gibi odama çekilip birilerinin beni beslemesi için yiyecek birşeyler bekliyorum. Evet, resmen annemin "Aaa benim bir oğlum vardı" diye hatırlamasını bekliyorum şu dakikalarda... Onlar salonda günlerini kutlayadursunlar bende bunları yazayım çünkü başka türlü vakit geçmiyor.<br /><br />Evin dış duvarına doğalgazla ilgili birşey yapıyorlar galiba. Birde onun çıkardığı gürültü var tabi. Sessizliği, sakinliği seven biri için bu tür küçük sesler, bir düğün gürültüsünden farksız oluyor. Az önce bir zil daha çaldı, şuanda aşağıdaki işçiler duvara balyozla vuruyor...<br /><br />Kapı kapalı... Kimin gelip gittiğini göremiyorum ama seslerinden tanıyorum. Bir yarışma gibi görüyorum bu gün olaylarını. Yarışmacılar her hafta birbirinin evlerini ziyaret ediyor, ellerinden geldiği en güzel yemekleri yapıp beğenilerine sunuyorlar. Büyük ödül her gelen misafirin ev sahibine 25 lira vermesi. Uuu evde 10 kişi var bugün galiba, rahat 250 lira eder :) Bir nevi Yemekteyiz programı gibi birşey. Benim favorim İlknur abla ve oğlu. Bir oğlu var adı Efe Deniz, 6-7 yaşlarındaydı galiba... Öyle bir tontoş, öyle bir şeker ki birde şımarmasa öyle bir oğlum olsun isterim yani. Sırf sevimli bir aileye sahip olduğu ve süper yemekler yaptığı için favorim olarak seçtim İlknur ablayı. Birde Hayriye yenge var. O da yarışmaya çocuğuyla katıldı. Bir kızı var, adı Deren. Efe Deniz'in yaşlarında galiba. Aynı zamanda İlknur abla ile Hayriye yenge ımm ne derler ona, ikisinin kocası kardeş işte neyi oluyor o zaman kaynı mı? Herneyse; İlknur ablalar, Hayriye yengeler, Filiz abla, Nilgün yenge, Necibe yenge, Saliha yenge, Emine yenge hepsi burdalar. Seslerinden kimlerin geldiğini anlayabildiğimi söylemiştim...<br /><br />Bu arada annem sonunda hatırlayıp yemek getirdi. Bakalım bugün neler yapmış yarışmacılar için? Poğaça, yine poğaçaya benzer birşey, ve yine poğaça türü birşey. Patates salatası ve birde tatlı. Bakın işte bu olaya bayılıyorum. Bir gün için gerekli olan tüm klasik şeyler var. Bildiğimiz ev hanımları, birkaç tane yanlarında getirdikleri zırlayan çocuklar, muhabbet etmek için önceden akıllarda hazırlanmış konular, kahkahalar, Bilumum unlu mamüller, patates salatası, çay vb. (Ne eksik? Evet, börek. Annemin puanını kırıyorum.)Bunlar günlerin olmazsa olmazıdır. Tecrübeliyim oradan biliyorum. (şunları kenarda yiyeyim, sonra devam ederim yazmaya. Annem çok pis kızar eğer bilgisayara birşey dökersem)<br /><br />Nerde kalmıştık? Heh, bizim günlerimiz böyle klasiktir işte. Ama birşeye hiç tahammül edemedim bugüne kadar. Günlere minibüsle gitmek. Bir minibüsü dünyanın en çirkin taşıtı yapacak şey, günlere minibüsle giden koca karılar ve yanlarında götürdükleri çocuklardır. Çok kez denk geldim bu olaya. Minibüsteyim, birden bi bakıyorum minibüse kocaman kadınlar biniyor, öyle ki bindiklerinde minibüs neredeyse yan yatıyor ağırlıktan. Çocuklarınıda götürmüşler, artık yemek yapmaya mı üşeniyorlar bilemem. Tamam, evde bırakamazsın küçük çocuktur ama böyle yerlerede kucağında 5 çocukla gideceğine hiç gitme, evde otur daha iyi. Hayır zaten olmuşsun 120 kilo, daha ne diye günlere münlere gidersin be kadın? Unlu mamüller yiye yiye bu hale gelmişsin zaten, hala gün peşindesin. Tamam benide annem küçükken günlere götürürdü ama biz küçükken hiç şımarmazdık, uslu dururduk bu bir. Minibüsle günlere falan gitmezdik çünkü mahalle arasında gün yapılırdı bu iki. Süreklide gün yapılmazdı hani ayda yılda bir falan bu da üç. Güzel günlerdi tabi, özlediğim oluyor. Küçükken giderdin büyük abiler sana oyuncak falan verirdi, güncüler tarafından teker teker sevilirdin yanakların mıncırılırdı, annen tarafından tehditle uyarılırdın "sakın ama sakın orada bişey isteme, önündekini ye o kadar. Sakın bi tabak daha var mı, doymadım gibi şeyler söyleme" gibi cümlelerle korkuturuldun. Güzel günlerdi güzel...<br /><br />Küçükken günlerine gittiğim kadınlar bugün bizim evdeler. Ve böyle bir gelenek bence gayette güzel. Düşünsene, 8-9 yaşında günlerine gittiğin kadınlar, aradan neredeyse bi 10 yıl geçmesine rağmen bugün hala gün düzenliyorlar. Vay be! Benim anlatacaklarım bu kadar. Ve küçük bir mesaj: Günler güzeldir, çünkü anneler en güzel yemeklerini sergiler ve çocuklarıda bu lezzetlerden nasibini alır.<br /><br />Ve birde deney: Eğer ciddi ciddi bu yazımı okuyan varsa ve komşularının günlerine küçükken anneleri tarafından sıkça götürülen okurlar varsa ricam, "Annelerin götürdüğü altın günlerinde büyüyenler" veya "Küçükken anneleri tarafından günlere götürülmeye maruz kalanlar" adında facebook grubu kurabilir mi? Bu sadece bir deney bakalım cidden okuyan var mıymış, bakalım yazıları ciddiye alan var mıymış, hemde eğlence işte. Yoksa istesem bende açarım grup... (yalan, açamam çünkü grup açmayı bilmiyorum)Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-44021083343402204032009-09-28T08:08:00.000-07:002009-09-29T05:20:08.165-07:00Linç Girişimci AmcaAslında güncel olayları takip etmeyi, güncel olaylardan bahsetmeyi pek sevmem. Ama tespit yapmaya, detaylara girmeye, haberlerin orasını burasını kurcalamaya bayılırım. Malum, aylarca adını neredeyse hergün duyduğumuz cem garipoğlu yakalandı ve yakalanması bile gündemden düşmesine yetmedi. Hala günün her haberinde mutlaka adı geçiyor. Hatırlarsanız bu katile Üsküdar'daki çocuk(!) şube müdürlüğünden çıkarken linç girişiminde bulunuldu. Islıklar, protestolar, bindiği arabaya saldırmalar vesayre... Ama bu linç girişiminde dikkatimi en çok çeken, protestocuların en ön planında olan bir amcaydı. O ne iyi kalpli, ne babacan, ne koruyucu bir amcaydı. Akıllara kazınan o sözü, o bağırışları hala kulaklarımda... "Onu bize verin, bize!"<br /><div><div><div><div><div><div><div><div><br /><div>Evet bunu diyen amca benim gözümde koruyucu bir melek oldu. Ve aklımda hemen ona dair şöyle bir profil gelişti: Kıraathanelerde herkes tarafından tanınan, sevilen, sayılan, her işe koşan, herkese yardım etmeyi seven, iyilerin dostu, kötülerin düşmanı, mahallenin namus işlerinden sorumlu genel müdürü... O nasıl bir kendine güven, o nasıl bir nefretin dışa vurumu, o nasıl bir intikam alma isteğidir? Arkasındaki linç girişimcilerin biraz arka planda kalmasına rağmen bu amca, zanlıya ulaşmak için polis barikatını bile geçecekti neredeyse... Size bahsettiğim amca, her fotoğraf karesinde görülen, hafif saçları olmayan, bıyıklı, mavi beyazlı gömleği olan amca. İşte o görüntülerden bazıları;</div><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; DISPLAY: block; HEIGHT: 245px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5386862820769402162" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVueLKBpsVWXz6x1FNAVKCNrKdzJjtGGfSHXPz2_tGIPUmK2XyjvGxWXJYjF-EG2Vuaq66sCqOD2o1mmtdDtSAMmVeUhV3XOTLcW9G13se8Vx9ak-iT-QRAGpVBSgStorJ1bRHNopSsew/s320/cem-garipoglu-na-linc-girisimi_17489_b.jpg" /><br /><div><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 343px; DISPLAY: block; HEIGHT: 257px; CURSOR: hand" border="0" alt="" src="http://img4.mynet.com/ha4/c/cem-teslimlinc.jpg" /></div></div></div></div><br /><div>Neyse, diyeceğim o ki; bu amcalar her mahallede bulunan birer kahramandır. Bu amcalarımıza sahip çıkalım. Bu amcalar modern zamanın vurun kahpeye'cileridir. Eski Türk dizilerinde görmeye alışık olduğumuz, herhangi yanlışı olan, başkasından çocuğu olan, çocuğu kötü işler yapan insanlara taş ve sopalarla linç girişiminde bulunan amcaların torunlarıdır bu yeni nesil, modern vurun kahpeyeci amcalar. Arada fark var tabii ki... Eski nesil linççiler haklı haksız farketmeden linç ederlerdi, yeni nesil linççiler sadece haksız olduğundan emin oldukları insanları linç ederler. Böyle bir konuyu destekleyecek değilim, ama o velette haketti böyle bir girişimi doğrusu... Ne pis tırsmıştır şimdi, ıslıklar, yuhalar, arabaya tekmeler falan. Oh, iyi olmuş. Onu öyle bir hayvanlık yapmadan önce düşünecekti. </div><br /><div>Birde bu mahallenin linç girişimci amcalarının hanımları ve komşuları vardır ki onlarda gereken desteği sözlü ve kendilerini belli ederek gösterir. "Tüüuuv, Allah belanı versin! Gözü kör olasıca, ne istedin kızcağızdan" gibi sözlerle tepkilerini belli ederken aynı zamanda kocalarına ve komşularına destekte bulunurlar. O teyzeler içimizden birileri. O teyzeler ki ana şefkatiyle, ana yüreğiyle orada bulunanlar... İşte o teyzeler!<img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; DISPLAY: block; HEIGHT: 212px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5386613550362684930" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidYohg9rsnfsLSzBt6PxG25q3sDmQeR9AFJnRSdjob1LDdGxJfV-qPNBn5wL-C3iKGunPuU0BizV_lH2LUo1TypE_wvrixUyZk7bac3r07NoDLPRtD5YqorVb4JNS0VLIUkAa6OA0zyZU/s320/untitled2.bmp" /></div><br /><div></div><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; DISPLAY: block; HEIGHT: 212px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5386613199986389666" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjum9okKFO9Bjf3x4ZoOjNt8ag1z5ZWtPHLIezHtl6iOsI1-E6XyIsZC-uW3FN0lOSknWuAvgJli6VctXcWekJMzd7MbF9EOR5e7AtaT1DuzWlav5cIjOR9Ja75C_w1i0GPW_OxalUH8nU/s320/untitled.bmp" /><br /><div>Konuya dönelim, o amca "onu bize verin, bize!" sözünü söyledikten sonra zaten bitmişti herşey. Eline verseler gebertene kadar dayak, hiç kaçışı yok. Hele birde mahalleden arkadaşları var, sadece kendi adına konuşmayıp onların adınada konuşması, "onu bana verin" değilde "bize verin" demesi kanıtlıyor amcanın o mahalledeki rütbesini. Arkadaşlarıyla birlik içerisindeydi, amca için özne artık ben değil bizdi. Bunun adına "mahalle dayanışması" deniliyordu. Ordunun önündeki bir subay gibiydi, kendinden emin, arkadaşlarından gerekli desteği almış, aynı zamanda hem bir baba gözüyle hemde görevini yapan biri olarak bakıyordu olaya. Sevgili linç girişimci amca; sen ne iyi kalpli, ne babacan, ne koruyucu bir amcaydın...</div><br /><div></div><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 550px; DISPLAY: block; HEIGHT: 418px; CURSOR: hand" border="0" alt="" src="http://imggaleri.hurriyet.com.tr/LiveImages%5CFoto%20Haber%5CCem%20Garipo%C4%9Flu%27na%20lin%C3%A7%20giri%C5%9Fimi%5CA17114827.jpg" /></div></div></div></div></div>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-14883602531342479712009-09-26T04:17:00.000-07:002009-09-26T06:13:47.803-07:00My Wife and Kids<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhE6JiRUpQmMZq4ol497qVvvbhXnp6xVl8sOTXlw_LzkX5ZOmB62pA54mdD445dJcsi2fBJvrbeGghe93I_fqd14y_9-rTVyvQOJfuyZrYVa9KoWhkarq5s4aS9LGcob_Iq1Pr0GHc_T4A/s1600-h/250wife_kids.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 250px; DISPLAY: block; HEIGHT: 333px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5385761135231141186" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhE6JiRUpQmMZq4ol497qVvvbhXnp6xVl8sOTXlw_LzkX5ZOmB62pA54mdD445dJcsi2fBJvrbeGghe93I_fqd14y_9-rTVyvQOJfuyZrYVa9KoWhkarq5s4aS9LGcob_Iq1Pr0GHc_T4A/s400/250wife_kids.jpg" /></a><br /><div>Bugün size bir dizi tanıtıcam. Dizinin adı <em>My Wife and Kids</em>. Komedi türü bir sitcom. Çok başarılı ve aşırı derece komik bir yapım. 5 sezon yayınlanmış. 2001 başlangıçlı, 2005 bitişli harika bir dizi. Kendi açımdan söylüyorum; benim bugüne kadar gördüğüm en komik diziler arasında en üstlerde yerini aldı. Hatta yüksek sesle ve uzun süreli kahkahalar atmama sebep olan tek dizi ünvanına sahip bende. Espriler çok kaliteli ve zekice. Her karakterin kendine özgü komikliği var. Özelikle babanın, ailedeki diğer fertlerle olan diyalogları insanı gülmekten kırıp geçirir.</div><br /><div></div><br /><div>Gelin yorumu fazla uzatmadan diziyi tanıyalım...</div><br /><div></div><br /><strong>My Wife and Kids</strong><br /><div></div><br /><div>My Wife and Kids, ABC'de 28 Mart 2001'den 17 Mayıs 2005'e dek gösterilmiş olan sitcomdur. Yapımcılığını Touchstone Television'ın üstlendiği dizinin başrollerini Damon Wayans ve Tisha Campbell-Martin paylaştı. Yaratıcıları Wayans ve Don Reo'dur.<br /></div><br /><div>Aile babası ve sevecen bir eş olan Michael Kyle'ı merkez alır. Kyle üç çocuğuna hayatı öğretirken, bunu kendi disiplin anlayışı ve mizah tarzıyla yapar. Michael Kyle geleneksel bir aile yaşamı hayal etse de karısı Janet, oğlu Michael Jr, küçük kızları Claire ve Kady, bu hayali gerçekleştirmesine izin vermez. Sıradışı bir aile komedisi. </div><br /><div></div><br /><div><strong>Başlıca karakterler</strong></div><br /><div><a class="new" title="Damon Wayans (sayfa mevcut değil)" href="http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Damon_Wayans&action=edit&redlink=1">Damon Wayans</a> - Michael Richard Kyle<br /><a class="new" title="Tisha Campbell-Martin (sayfa mevcut değil)" href="http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Tisha_Campbell-Martin&action=edit&redlink=1">Tisha Campbell-Martin</a> - Janet Marie 'Jay' Kyle<br /><a class="new" title="George O. Gore II (sayfa mevcut değil)" href="http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=George_O._Gore_II&action=edit&redlink=1">George O. Gore II</a> - Michael Richard Kyle, Jr. (diğer adıyla Junior)<br /><a class="new" title="Jazz Raycole (sayfa mevcut değil)" href="http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Jazz_Raycole&action=edit&redlink=1">Jazz Raycole</a> - Claire Kyle (1. sezon)<br /><a class="new" title="Jennifer Freeman (sayfa mevcut değil)" href="http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Jennifer_Freeman&action=edit&redlink=1">Jennifer Freeman</a> - Claire Kyle #2 (2. sezondan dizinin sonuna kadar)<br /><a class="new" title="Parker McKenna Posey (sayfa mevcut değil)" href="http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Parker_McKenna_Posey&action=edit&redlink=1">Parker McKenna Posey</a> - Kady Kyle<br /><a title="Noah Gray-Cabey" href="http://tr.wikipedia.org/wiki/Noah_Gray-Cabey">Noah Gray-Cabey</a> - Franklin Aloyisious Mumford<br /><a class="new" title="Meagan Good (sayfa mevcut değil)" href="http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Meagan_Good&action=edit&redlink=1">Meagan Good</a> - Vanessa Scott<br /><a class="new" title="Brooklyn Sudano (sayfa mevcut değil)" href="http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Brooklyn_Sudano&action=edit&redlink=1">Brooklyn Sudano</a> - Vanessa Scott-Kyle<br /><a class="new" title="Andrew McFarlane (sayfa mevcut değil)" href="http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Andrew_McFarlane&action=edit&redlink=1">Andrew McFarlane</a> - Tony Jeffers </div><br /><div></div><br /><div></div><div>Şu günlerde TNT'de cumartesi ve pazar günleri gündüz kuşağında, saat 11-12 civarı gösteriliyor. Gerçekten gülmek isteyenler bence bu diziyi kesinlikle kaçırmamalı :)</div>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-65054721175352845292009-09-23T11:04:00.000-07:002009-09-25T05:28:48.623-07:00Bonus Sendromu<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsk-UHqRull9hFq8Ls3TyTxNQKr5M36pwCawkWcYiR7y1GLsTSXlV4-Ti0T-MqsMLatF3R0NL7Z2d9O4vcbGwxWwUuKXwaF9nglBoSMOWC3eXY4M3A61w-y89629qtyYtNXuA0LRyw4K4/s1600-h/hahaha.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 247px; DISPLAY: block; HEIGHT: 400px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5385378811810238242" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsk-UHqRull9hFq8Ls3TyTxNQKr5M36pwCawkWcYiR7y1GLsTSXlV4-Ti0T-MqsMLatF3R0NL7Z2d9O4vcbGwxWwUuKXwaF9nglBoSMOWC3eXY4M3A61w-y89629qtyYtNXuA0LRyw4K4/s400/hahaha.jpg" /></a><br /><br /><div><em>Kesilen saçlarımın anısına...</em></div><br /><div></div><br /><div>Evet bu yazımı dün kestirdiğim saçlarımın anısına yazıyorum. Bir konu daha var aslında ama o konuya birazdan değinirim. Hayatımda ilk defa saç uzattım. Neden uzattığımı bende bilmiyorum ama önümde 4 aylık bir tatil vardı ve bu tatilde ne kadar uzayacaklarını merak ettim. Farklılık olmasını istedim birde. Acaba uzun saçlılar nasıl hissediyor dedim kendi kendime...</div><br /><div>İnsanlar ne garip yaratıklar demiştim, çeşit çeşit halleri var insanların... Şimdi size o hallerden komik olduğunu zannedenlerden, boş konuşmayı sevenlerden ve espri yaptığını zannederek karşısındaki arkadaşını kıranlardan bahsedicem. Saç uzattığım o 4 ay boyunca çekmediğim zorluk kalmadı. En başta sert ve dalgalı bir saça sahip olduğum için yıkama zorluğu... Berbere gidip traş olmaktan kurtardığım paraları şampuanlara harcadım diyebilirim. Çünkü fazlasıyla yıkanmak istiyordu saçlarım. En geç 3 günde 1 mesela... Bu zorlukların en can sıkıcısı, en sinir bozucusu olan nedenlerden biriyse şu bahsettiğim kendini komik sanan boş laf ebeleriydi... </div><br /><div>İnsanoğlu yıllardır birbirlerine lakap, takma isim ve espri amaçlı kırıcı kelimeler sarfetti. Bu kelimelerden belkide en eskilerinden biri saçları uzamış insanlara söylenen "papaz" kelimesidir. Uzun saçlı erkeklere neden papaz denir? Papazların saçları uzun mudur? Açıkçası bu garip takma ismin kökenini merak ediyorum. Acaba uzun saçlı arkadaşına papaz diyen ilk Türk tarihte kimdir? Evet, insanoğlu bu kulaktan kulağa yayılan, uzun saçlılar için kullanılan papaz kelimesini çabuk benimsedi ve her gördüğü uzun saçlı erkeğe papaz demeye başladı. Ama bir gün bir reklam yayınlanacak, bu uzun süren geleneği bozacak, papaz takma isminin tahtını sallandıracaktı. Evet, o reklam "bonus card" reklamıydı. </div><br /><div>Bonus reklamı kendine sembol olarak kıvırcık saç modelini seçti. Bu sembol insanların aşırı ilgisini çekti. İnsanlar bu sembolü çabuk kabullendi ve artık uzun saçlı erkeklere takma isim olarak papaz kelimesiyle birlikte bonus demeye başladı. Artık espri yapmaya çalışıp kendini komik sanan insanlar grubuna yeni bir eğlence anlayışı eklenmişti. Eskiden bonus denince akla ilk genel anlamı "ekstra, fazladan, ek olarak" gibi kelimelerdi. Ama artık sözlükteki anlamına yeni eklentiler gelecek gibi gözüküyor. Bir gün sözlükleri açıp baktığınızda şöyle birşey görürseniz şaşırmayın...</div><br /><div>Bonus: </div><div>1. ekstra, fazladan, ek olarak, yedek.<br />2. kıvırcık saçlılara söylenen sıfat. saçları uzamış bir insana takılan espri amaçlı lakap.</div><br /><div> </div><div>Şimdi size kısaca bu kendini komik sanan, bu arkadaşıyla dalga geçerek kendini espri yeteneği kuvvetli biri olarak gören, bu "ağzım boş durmasın, illa birşey söylesin, illa birinin kalbini kırsın" cıları tasvir edeceğim. Bu insanlar genelde anaları, babaları tarafından sorgusuz sualsiz sokakta oynamak için küçük yaşta hayata karşı gardını almak amacıyla sokağa salınan çocuklardır. Kendilerini herkese mahallenin yaramaz çocukları olarak kabullendirirler. Büyüklerin aşırı ilgileriyle şımarık olarak büyürler. Yılların verdiği bu şımarıklık, yanında kendini beğenmişliğide getirir. Fesattırlar. Birilerine zarar vermek için yanıp tutuşurlar. Utanma duyguları yok denecek kadar azdır. Anneleri zorla misafirliğe götürdüğünde ev sahibinin yanında yüksek sesle "Anne, ben doymadım" diyecek kadar yüzsüzlerdir. Küçük bir çocuk dahi olsalar aileden kimse böyle bir cümlenin görgü kurallarına aykırı olduğunu, ev sahibinin yanında söylenmemesi gerektiğini söylememiştir. Bu çocuklar büyür, okula başlar. Artık bu insanlar büyükleri tarafından şımartılmış, hayatın tüm zorluklarına karşı ön sınav tecrübesi olan birer canavardırlar. İlkokul yıllarında tüm sınıf arkadaşları ondan şikayetçidir. Adları tahtaya yazılan "konuşanlar" listesinde sıkça görülür. Öğretmen dayaklarına ve tehditlerine karşı bir korkuları yoktur. Yiyeceği dayağı önceden sezmez, dayağı yedikten sonra pişman olmaz, gözlerini yaşartıp duygu sömürüsü yaparak büyük bir oyunculuk sergilerler. Ve bu canavarlar ilk avlarına çıkmak için artık hazırdırlar. Sınıf arkadaşlarıyla dalga geçerek başlarlar siftahlarına... "Senin ayakkabıların neden yırtık pırtık? Senin kafan çok büyük. Burnunda sümük var. Ağlama lan karı mısın sen?" kullandıkları ilk aşağılama cümlelerinden bazılarıdır. Bu çocuklar bazen arkadaşlarının gazına gelerek gönüllü kurban olarak seçilirler. Kendilerinden büyük abilerine takılan lakapları, kendilerinden büyük abilerin kusurlarını vb. öğrenip bunu yüzlerine söyleyecek cesaretleri vardır. Sürekli abilerle dalga geçip kaçarlar ama hiçbir zaman yakalanma ihtimalini düşünmezler. Yakalanınca güzel bir dayak yerler. Abiler merhametlidir, "Bi daha yapçan mı lan? Bi daha laf söylicen mi arkamdan?" diye sorarlar ve bir şans daha verirler. Ama bu enayiler bu merhamet göstergesini bile kullanıp "Hayır, söz bi daha yapmıycam" der, abinin yakalayamayacağı mesafeye uzaklaşır ama birkaç saniye dahi geçmeden aynı sözleri söyleyip tekrar kaçmaya başlarlar. Bu çocuklar için ekolojik dengenin ilk anlamı budur. Kendine büyük avlar seçip kötü sözler söyler, yakalanıp dayak yer ama dayak bunları güçlendirir, hırslandırır ve dönüp tekrar aynı lafları söyleyip yine dayak yerler. Bu ekolojik döngü çocuklar büyüyüp ergenliğe girene kadar devam eder. Hayatlarında yine değişen pek birşey yoktur. Sadece kime nasıl davranılacağını artık kavramışlardır. Okul dışındaki boş zamanlarını boşa harcarlar. Genelde boş gezenin boş kalfası olarak yetişirler hayat okulunda... Hayattan en ufak bir beklentileri yoktur. Ama süreklide boş bir insan değildirler. İş hayatına erken yaşta atılırlar ve genelde çalışmaya programlıdırlar. Şanslı olan kesimi ise zaten zengindir ve çalışmasına gerek kalmaz. Bu seferde zengin züppesi sıfatının sahibi olurlar. Mahallesindeki arkadaş grubuyla yaptıkları garip etkinlikler dışında sosyal faaliyetlere ve kültürel konulara düşmandırlar. Arkadaş gruplarında uzun ve kıvırcık saçlı biri varsa, bir konu hakkında konuşulurken bu insan konuyu "x'in saçlarına bak yanlız tam bir bonus hee aha aha aha" diye yarıda keser. Tüm bunların dışında bir huyu asla değişmemiştir bu insanların... Karşısındakinin kusurlarıyla dalga geçmek, karşısındakini aşağılamak, karşısındakini espri yaptığını zannedip kırmak... </div><br /><div>Peki bu ne zamana kadar sürer? Ne zamana kadar dalga geçerler insanlarla? Askerlik sonrası, evlilik öncesi döneme kadar. Artık evlendikten sonra bonus kelimesi hayatlarından neredeyse tamamen çıkar. Çünkü arkadaş ortamından uzaklaşmış, büyük bir sorumluluk edinmiş, iş arkadaşlarından kıvırcık olanlara bonus diyebilecek samimiyeti görememiş hale gelmişlerdir. 40'lı yaşlara vardıklarındaysa ve özellikle çocuk sahibi olmuşlarsa artık sadece papaz kelimesi kalmıştır onlar için. Bu kelimeyide sadece çocuklarının saçları uzadığında "yürü git berbere kes şu saçlarını, papaz gibi olmuşsun" diyerek kullanırlar. Evet, böylede sert bir babadır onlar. Çünkü küçük yaştan bu yana yaşadıkları, genlerinde değişime sebep vermiştir.</div><br /><div>Size anlattığım bu insan türü, genelde bonus kelimesini arkadaşlarıyla dalga geçmek amaçlı kullanan insan türüydü. Peki şimdi soruyorum, sadece bu canavarlara değil, herkese soruyorum. Neden böyle birşeye gerek duyarlar? Neden karşısındaki insanla dalga geçmek insanları aşırı derecede tahrik ve tatmin eder? Bu insanlar yaşadığımız hayata birçok insanın kalbini kırmak dışında ne tür bir iz bırakabildiler? </div><br /><br /><div>EY KIVIRCIK TÜRK GENÇLİĞİ!</div><div>Bu sözüm sizlere... Yıllardır bu tür insanların sizlerle dalga geçmesine izin verdiniz, yıllardır size "naber lan bonus?" diyen arkadaşlarınıza büyük bir centilmenlik örneği sergileyerek nazik bir şekilde cevap verdiniz. Ama artık yeter! Arkadaşlarınızın sizlere bonus demesine izin vermeyin. Kendinizi mağdur durumda bırakmayın. Bunu sizlere yapanlar, hayatta varlığının bile bir zarar olduğu, hayatta hiçbir amacı olmayan, kendini birşey zanneden ama aslında bir hiç olan zavallılardır. Kıvırcık olmak utanılacak birşey değildir. Kendinizle gurur duyun. Çünkü siz onlar gibi basit ve zavallı değilsiniz. Ben kıvırcık saçlı değilim, ama bu zorlu etapta her zaman sizleri destekliyorum. Hakkınızı savunun.</div><br /><div>Bonus kelimesi artık toplumda kanayan bir yara halini almış bulunmaktadır. Bonus card reklamlarını şiddetle kınıyorum. Artık sembol olarak kıvırcık saç yerine, kıvırcık salata, marul falan kullansınlar. Lütfen, kıvırcık ve uzun saçlı insanlara artık isimleriyle hitap edin. Sizin bu küçük gördüğünüz, aslında espri olarak kullandığınız, karşınızdakini kırmak amaçlı söylemediğiniz söz, o arkadaşınızın duygularını incitebilir, onunla dalga geçtiğinizi düşünüp üzülebilir. Kıvırcık saçlı olmak bir kusur değildir, kıvırcık saçlıya bonus, uzun boyluya sırık, zayıfa çırpı demek sadece espri acizliğinin, karşıdaki insanla dalga geçme dürtüsünün birer göstergesidir.</div><br /><div></div><div>Evet, bu yazın kesilen saçlarımın anısınaydı. Bu yazının içinde analizler, isyanlar, haykırışlar, küçük espriler, büyük üzüntüler saklıydı belkide... Dalgalı bir saça sahip olmama rağmen uzun ve çokça gözüken saçlarım yüzünden bonus kelimesine haddinden fazla maruz kaldım. Her gören "saçların bonus gibi olmuş" dedi. Sanki saçlarımın uzadığının farkında değilmişim gibi... En sonunda saçlarımı kestirmeye gittim. Okullar açılacaktı zaten, mecburdum. Peki bonus kelimesini son kez nerede duydum dersiniz? Berberde... Berberin çırağı tarafından...</div>Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8417066579202180318.post-78689172408318326102009-09-22T03:30:00.000-07:002009-09-29T05:26:07.671-07:00Saçma Yasaklar SilsilesiUzun zamandır durduk yere bloga girilmiyordu malum. Bugün yine her zamanki gibi boş boş otururken aklıma geldi ve tekrar bi deniyeyim dedim. Arada bir açılıyor böyle ama sonra yine kapanıyor. Aşırı derecede sıkıcı bir durum çünkü herşeye yasak, herşeye kısıtlama geldi şu son aylarda. Ama hiçte normal olmayan ve haddinden fazla saçma yasaklar. Bu yasaklar arasında belki en mantıklı olanı Dumansız Hava Sahası kampanyasıyla birlikte sigara yasağıydı. Gerçi onunda şeyini çıkardılar ama... Nasıl mı? Geçenlerde TRT Çocuk'ta bir çizgi film izliyorum. İki kızılderili karşılıklı oturmuş barış çubuğu içiyorlar. Hani şu Temel Reis'in sürekli ağzından düşürmediği piponun uzun olanından. Yahu sigaraya sansür uyguluyorsun, hadi onu anladıkta barış çubuğunu neden sansürlüyorsun be adam? Hatta bak şimdi pipo dedimde aklıma geldi, onun hakkında bile ilginç bir haber buldum. Haber aynen şöyle:<br /><br /><strong><span style="color:#ff0000;">Temel Reis 'pipoyu bırakıyor'</span></strong><br /><br />İngiltere'de faaliyet gösteren Primary Care Trust adlı sivil toplum sağlığı örgütü, ünlü çizgi film ve çizgi roman kahramanı Temel Reis'in (Popeye) kendisiyle özdeşleşen piposunu ortadan kaldırmak için devreye girdi. Kuruluş, küçüklere kötü örnek olduğunu ileri sürdüğü çizgi karakterin pipolu görüntülerinin 18 yaşından küçüklere yasaklanması için girişim başlattı. Kuruluş ayrıca, aynı kaygıyla Tom ve Jerry, Bugs Bunny ve Betty Boop gibi karakterlerle ilgili de araştırma başlattı. <em>Webindia.com</em><br /><br />Höö? Küçüklere kötü örnek olması mı? Karakterin pipolu görüntülerinin 18 yaşından küçüklere yasaklanması mı? Hayır öyle bir abartmışlar ki sanki söylemesi karakterin müstescen görüntüleri, 18 yaşından küçükler giremez, çıplak resimlerini görmek için tıklayın linkleri gibi... Peki Tom ve Jerry'nin ne suçu var? Tom ve Jerry sevişti de bizim mi haberimiz olmadı? Ya Bugs bunny? Saftirik Elmer'la karşılıklı bira falan mı içtiler? Yani değineceğim konu şu ki; bizler, yani böyle güzel kampanyalar başlatanlar, bu kampanyayı bile abartıp ne hale getirebiliyorlar. Ya biz pipoyu dedemizin ağzından önce Temel Reis'in ağzında gördük. Sen al şimdi Temel Reis'in ağzına kürdan ver. Oldu mu? Olmadı. Tamam, bu haber ingiltere'yi ilgilendiriyor ama yani Temel Reis'i piposuz hayal edemiyorum. Küçücük çocuk ne anlasın pipodan, piponun zararından, sigarayı bırakmak için yapılan bu saçmalıktan...<br /><br />Hadi sigara yasağı güzel birşey, yararlı birşey, onu anladık... Peki Youtube gibi aşırı ilgi gören bir internet sitesinin kapatılması? Peki durduk yere hiç sebep gösterilmeden bloglara ulaşılmaması? Peki bu internet sitelerinin kapatılmasından Facebook, Myspace vb. sitelerinde nasibini alacağı dedikoduları? Sanki artık bizi öyle bir duruma getirmişler ki itiraz etmeyi unutmuş gibiyiz bu günlerde. "Neden?" sorusunu sormaya korkar olmuşuz gibi. Hayır demekten korkar olmuş, her söylenilene "Hmm böyle diyorlarsa vardır bir bildikleri elbet" diyip kabullenir olmuşuz gibi.<br /><br />Ya arkadaş, ben evime internet bağlatıyorum, bu internetin parasını her ay "pahalı" olmasına rağmen ödüyorum ama ne gariptir ki istediğim sitelere giremiyor, resmen internet faturası ödeyerek internete bağlanamıyorum. Bunda bir gariplik yok mu şimdi? Hayır kimsede bir ses etmiyor "Neden böyle oldu? Neden ona buna yasak geliyor?" diye sormuyorda kimse. Soran olsa bile öyle saçma ve garip cevaplar alıyorlar ki o cevaba karşılık birşey diyemiyor. Şuna benziyor örneğin;<br /><br />-Neden?<br />-Kaplumbağa deden.<br /><br />Böyle bir cevap karşısında ne diyebilirsin ki... Karşındaki sana saçma bir mazeret sunduğunda tek çareyi susup kabullenmekte buluyorsun. Şimdi biz bu sitelere giremeyince ne anlamı kalır ki internet sahibi olmanın... Youtube yasak, bloglar yasak, söylenene göre yakında facebook yasak... Eee, ne kaldı? Google'a barbie oyunları mı yazalım yani onu mu istiyorsunuz? Komik fotolar mı yazalım Google'a? İnterneti sadece e-okul'a girmek, dönem ödevi araştırmak için kullanmamızı bekliyorsunuz herhalde? İnternetten kasıt bu mudur yani? Bak aslında başka bir konu yazacaktım ama günlerce giremeyince bunu yazmaya mecbur bıraktılar. Hayır, aslında blog yasaklanmadı. Ama yasaklanmaya doğru yolu varmış gibi gözüküyor. Farzet ki blogspot.com da bir sorun var. İyi de bir sorun haftalarca sürmez ki...<br /><br />Herneyse, benden bu kadar. Blog kullanıcılarına sabır, ilim'e baş sağlığı diler... doğmuş olan cehalet'e de Allah analı babalı büyütsün derim...Çadohttp://www.blogger.com/profile/05435275168539855930noreply@blogger.com0