Üçüncü Tekil Şahıs - 8

Bölüm 8
Çekim Yasası
28 aralık 2009 pazartesi





Dün geceki çekim yasası kurallarını uygulamaya koyulduğumdan beri daha sık aklıma gelir oldu. Çekim Yasası şöyle işliyordu: Olmasını istediğin birşeyi olurken hayal edersen olur. Nasıl olacağını düşünmeden, sadece sonuca odaklanarak. Benim olmasını istediğim şey belliydi. Şimdi tek yapmam gereken sonuca odaklanmaktı. Minibüste giderken bütün yolu çekim yasasını düşünerek geçirdim. Altgeçitte inip okul yoluna doğru yürümeye başladım. Yürürken onu düşünmekten yola bakmıyordum. Bakmaya da ihtiyaç duymuyordum aslında. Biraz 6 hisle, birazda yoldan 5 senedir geçmenin getirdiği ezberle O'nu düşünerek yürüdüm. Okula yaklaştığımda İstiklal Marşı okunmaya başladı. Okunmasına rağmen yürümeye devam edip kapıya yakın durdum. Bir yandan kalan son kısımlarını okurken diğer yandan gözlerim onu aradı. Bittikten sonra hızlı adımlarla bahçeye girdim. Okul önündeki sıraları bizim sıranın hemen yanındaydı. Sırama geçerken belli etmeden onun sırasına baktım. Yoktu. Ya da ben gözden kaçırdım. Okula doğru yürümeye başladık. Hala aklım ondaydı. Acaba sırada mıydı yoksa henüz gelmemiş miydi? Olabildiğince hızlı adımlarla sınıfa çıktım. Sınıfa ilk giren bendim. Karanlık sınıfı aydınlatmak için girer girmez elimi sağa uzatıp ışıkları yaktım. Sınıf her sabah olduğu gibi iğrenç kokuyordu. Sırama doğru gittim. Montumu çıkarıp astım. İlk ben astığım için birşey kazanmış gibi sevindim. Çocukluk oyunlarında sona kalan dona kalır felsefesinde "birim, ikiyim, üçüm" diyen çocukların arasında birim diyenmişim gibi hissettim kendimi. Sınıfa ilk girmek ve montunu ilk asan olmak... Bu saçma çocukluk anım kısa sürede olsa onu unutmamı sağlamıştı. Sınıf yavaş yavaş dolarken saf saf gelenlere baktım. Acaba şimdi gelmiş olabilir miydi? Belkide az önce bahçedeki sırada o da vardı ve belki o da benim gibi sınıfa ilk girip montunu ilk asancılık oynamıştı. Böyle masum görünüşün altında saklı kalan çocuksu oyunların olduğunu düşünmek çok kolaydı. Aslında ona ne yapsa yakışırdı.


Birinci dersi işlerken ilk dakikalarını dersi dinlemeye, yarısını onu düşünmeye, kalanını kitap okumaya ayırdım. Her geçen gün daha da işin içinden çıkılmaz bir hal alıyordu hislerim. Beynime söz geçiremiyordum. Çekim yasasını uygulamaya zorluyordum ama o inatla hep olumsuz yönleri düşünüyordu. "ya onunla hiç tanışamazsam, ya tanışmak istediğimde beni reddederse, ya beni serseri biriymişim gibi zannederse" Paranoyaklığın zirvesinde olduğum anlarda kendimi olumlu düşünmeye davet ediyordum. "Peki ya gün gelir ve hiç utanmadan onunla tanışırsam, ya merhaba dediğimde o da bana merhaba diyip gülümseyerek karşılık verirse" Bunları söylerken kendimi kandırdığımın farkındaydım ama umut fakirin ekmeğiyse, hayal kurmakta aşığın ekmeğiydi. Dersler sırayla biterken dışarıdaki rüzgarın sesi sert ıslıklar çalıyordu. Sanki olan herşey bunun imkansız olduğunu söylemek istiyordu. Rüzgar korkutucu sesler çıkarırken "unut onu" diyordu sanki, öğretmen dersi anlatırken bunun imkansızlığını kanıtlar nitelikte örnekler çözüyor gibiydi, elektrikler gittiğinde boşuna hayal kurduğumu anlatmak istiyordu belki. İlk ders bitip tenefüs olduğunda oturduğum yerde kitap okumaya devam ettim. O gürültünün arasında kitap okumak imkansızdı ama yinede denedim. Onca gürültünün arasında bir ağlama sesi kendini çok belli ediyordu. Ecem yine sinir krizleri geçiriyordu. Bir süre ağladı ve onu kaldırıp dışarı çıkarmak isterlerken birden bayıldı. O sırada nöbetçi öğretmen olan Zümrüt hoca geldi ve olaya el koydu. Ardından Ayhan hoca gelince müdahale etme görevini devraldı. Erkeklerin dışarı çıkmasını söyledi. Ama nasıl olur? Ben tenefüslerde dışarı çıkmam ki... Koridorda ne yapacağımın planını kurarak yavaş adımlarla çıktım sınıftan. Sanırım gözlerden ırak olmanın en kolay yolu lavaboya gidip orda ellerini yıkıyarak oyalanmaktı. Sınıf kapısından çıkar çıkmaz hızlı adımlarla, kimsenin dikkatini çekmemeye çalışarak ilerledim. Ve birden onun geldiğini gördüm. İşte yine aynı şeyler oluyordu. Ağzım kurudu, boş ve şapşal gözlerle ona baktım, yumruklarımı olabildiğince sıktım, nefes alıp verişlerim hızlandı. Bugün biraz daha farklıydı. Siyah bir mont vardı üzerinde. Işıkları yanmayan koridorda beyaz gömleği dışında neredeyse tamamen siyah giyinmişti. Ona herşey o kadar yakışıyordu ki... Yanımdan geçiyordu. Nefesimi tuttum. Aynı zamanda ağlamamak için de kendimi zor tuttum. Herzamanki gibi dümdüz yoluna bakarak etrafına bakmadan yürüyordu. Ne kadar çok sevildiğinin farkında olmadan sevildiği kişinin yanından geçip gitmek ne kadar garip bir olaydı. Yanımdan geçtikten sonra tuttuğum nefesimi bıraktım. Onu gördüğüm için dünyanın en mutlu insanı mı olmalıydım yoksa ona hissettiklerimden haberi olmamasının verdiği acıyla en mutsuz insan mı olmalıydım? Doğruca tuvalete gidip lavabonun başına attım kendimi. Aynadaki o donuk ve şaşkın ifadeye baktım. Ellerimi ıslattım ve dışarı çıktım. Az önce yan yana geçtiğimiz koridora baktım. Keşke o an tekrar yaşanabilseydi. Sınıfa doğru yürürken bol düşünceli bir denize daldım. O anı tekrar yaşayabilme şansım olsaydı ve ona "günaydın" deseydim acaba ne tepki verirdi? Tanımadığı biri tarafından günaydın almak. Düşününce pek bi saçma hareket gibi geliyor. Ben bunları düşünürken sınıfın kapısına vardım. Sınıfta ne Ecem'ler kalmıştı ne de Ayhan hocalar. Ayhan hocanın gelmesine bu kadar sevineceğim aklıma bile gelmezdi. Onun sayesinde O'nu görebildim. Anlaşılan bu sabahta geç kalmıştı.


Son dersteydim. Zilin çalmasına da son dakikalar kaldı. Harry Potter'ı okumaya öyle dalmışım ki zil çaldığında hiçbirşeyimi toparlamamıştım. Kitaplarım dışarıda, montum askıda ve benim bunları toparlamam 1 dakikamı alırdı. Bu da O'nun benden önce çıkacağı anlamına gelirdi. Hızla kitapları çantama tıktım ve montumu giydim. Sabah sınıfa ilk giren bendim ama çıkışta en son çıkan ben oldum. Sona kaldığım için dona kaldım yani. Sınıftan çıktım ve hemen onun sınıfına baktım. Kapısı açıktı ve kimse çıkmıyordu. Anlaşılan sınıfı boşalmıştı. Aniden dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladım. Merdivenlerden hızlıca indim ve Elif'leri bekledim. Yavaş geliyorlardı. Dış merdivenlerden de geçtim ve bahçeyi taradım. Biraz daha ilerledim ve O'nu gördüm. Sınıf arkadaşlarıyla beraber 4 kişiydiler. Siyah ve uzun montunu ilk defa gördüğüm için başta O'nun olup olmadığını anlayamadıma ama sonra hemen kendisini dalgalı saçlarıyla, mavi çantasıyla ve yürüyüşüyle belli etti. Mutluydum. O kadar ki arkada kalan Elif'leri unutmuştum. Biraz bekledim ve onları hızlı olmaya hazırlamak için hızlı yürüdüm. Onlar bu duruma alışkındılar ama neden kimi zaman yavaş, kimi zaman hızlı gittiğimi hala bilmiyorlardı. 4 kişiyle çıktıkları sınıftan tek kişi olarak ayrıldı okul bahçesi kapısından. Bu beni daha mutlu etti çünkü onu yalnız görmek güzeldi. O'nunla birilerinin arkadaş olmasını düşünmek beni üzüyordu. Kıskanıyordum onları. Onların yerinde ben olsaydım keşke O'nun sınıfında diye düşünüyordum hep. Hızla onu takip ederken arkamdan yavaşlamamı söyleyen sesler duydum. Şüphelenmesinler diye yavaşladım. Ama O her zamanki hızında devam ediyordu. Artık uzaktan takip etmek zorundaydım. Okuldan uzaklaştıktan sonra arkadaşlarına rastladı. Arkadaşlarıyla konuşurken yavaşladı ve arkada kaldı...

Ben bütün gün çekim yasasını uygulamaya çalıştım. Ve odaklandığım şey O'nun yanına gidip tanışmaktı. Ama bunu başaramadım. Anlaşılan bazen bilim bile yanılabiliyor. Ya da elinizde olmadan öyle olumsuz düşünüyorsunuz ki metafiziksel kuralları bile alt üst ediyorsunuz...

2 yorum:

KınıX 2 Mart 2010 14:06  

'Şey' metodu diyorum; başka da bir şey demiyorum. :P

ne ki bu 3 Mart 2010 13:54  

Çekim Yasası...
Kısa metraj mı ki bu çekim?
Neyse çekilin...
Yaa, işte bak, arada sırada çık tenefüslerde dışarı. Temiz hava al, aklın başına gelsin, gözün gönlün açılsın :D
Ayhan Hoca, Allah razı olsun, çocuğu sevindirdin haa.
Konuyla bir alakası olmasa da merak ettim, HP'nin hangi kitabını okuyorsun?
Kaçıncı?

Yorum Gönder

free hit counter Valid XHTML 1.0 Transitional

.   ©2010 - Uzun Hikaye | Çağdaş Temel tarafından hazırlanmıştır.

Tema düzenleme: KınıX (Uğur KINIK) .