Üçüncü Tekil Şahıs - 7

Bölüm 7









Farklı Tanışma Taktikleri








22.12.2009





Ders: Resim
Konu: Karakalem çalışması


1-2 hafta önceden söylemişti Ali hoca konumuzun karakalem çalışması olduğunu. Ve bugün resimler gösterilecek, sözlü notu alınacaktı. Ben Michael Jackson resmi çizdim karakalemle. Aslında başka planlarım vardı benim. Bambaşka şeyler hayal etmiştim. Şey, ben düşünmüştüm ki, belki bir yerden O'nun resmini bulabilirim de, O'nun resmini çizip not alırım. Aslında amacım not almak bile değildi. Farklı tanışma taktiklerimden sadece biriydi bu. Uçuk, saçma, alışılmadık, tanışmanın aksine uzaklaşma isteği uyandırabilecek taktikler. İçimden hep söylüyordum: "eğer bir gün O'nun resmini bulabilirsem cesaretimi toplayıp yapıcam bu resmi, hem romantik olur lan." Olmadı, bulamadım resmini falan. Bulsam da yapamazdım zaten. Daha yanına gidip tanışmaya bile korkarken ne haddimeydi resmini çizmek. Ama düşününce romantik oluyordu gerçekten. Kafamdaki senaryo aynen şöyleydi:





(resime not almak için Ali hoca'nın yanına gider)


+Bi dakka hocam açayım resmi... (çizdiği resmi hocanın önüne koyar)

- Hmm kim bu? (parmağıyla O'nu gösterip adını söyleyerek) O'nu mu çizdin?

+Evet hocam, düşündüm de eğer not alıcaksam güzel birşeyler çizmek istedim. Ve işte güzel birşey. "Güzel birşey" diyorum; çünkü O'nu tarif edecek bir kelime bulamıyorum güzel sıfatının arkasına ekleyebileceğim... (sınıfa dönerek) Evet, biliyorum bu durum içler acısı, bu durum utanç verici sizlerin gözünde. Hadi durmayın ve içinizde tuttuğunuz kahkahaları dışarı bırakın. Yankılansın bu küçücük sınıf gülüşmelerinizden... Deneyin, belki susturabilirsiniz kalbimdeki sesi acı kahkahalarınızla...

(Evet, bunları söyleyerek hayatımın tiradını atabilirdim, ama tahmin edeceğiniz gibi olmadı böyle birşey...)

+Hocam, notumu verdiyseniz izninizle resmi O'na, yani resmin gerçek sahibine vermek istiyorum.

(Resmi uzatır ama O, resmi alıp yırtar. Ve çocuk yeni bir tirad atmak için derince bir nefes alır)

+(Resmini yırttığı için hafifçe gülümseyerek) Yırt, hadi durma dahada küçük parçalara ayır, parçala, yoket o resmi. Peki benim sana olan duygularımı da böyle yoketmeyi başarabilir misin? Kalbimi uzatsam sana, onuda resmi parçaladığın gibi parçalayabilir misin? Hadi bu resmi ortadan kaldırdın diyelim. Peki ya sana olan sevgimi? Onuda ortadan kaldırabilir misin böyle yırtarak... Hiç sanmıyorum... İçimde bir "sen" var, ve ben ondan vazgeçmeyi başaramıyorum...



Tabi hayat, böyle tozpembe hayaller kadar kolay değildi. Ve tahminim doğruysa O da bu kadar acımasız değildi. İşin aslı şöyle gelişti: Gittim resmimi gösterdim, notumu aldım. Bir an acaba gerçekten bir şekilde O'nun resmini çizseydim sonucu ne olurdu diye düşündüm. Hüsran olurdu diye tahmin edip üzüldüm, sırama geçtim. Sonra sıra 12 Sos D'nin resimlerine geldi. O, Okula sonradan geldiği için listenin en son sırasındaydı doğal olarak. Hoca adını seslendi ama ben duymadım. O da gayet sevimli tavırlarla: "Hocam, haftaya göstersem olur mu? Tamamlayamadım henüz resmi" dedi. Ali hoca'da birşey diyemedi böyle masumca söyleyiş karşısında. İşte bütün olanlar bunlardan ibaretti. Tamamlayamaması normaldi; çünkü okul çıkışları fatura bayisinde çalışıyordu. Kaçta eve gittiğini bilmiyordum ama ders çalışmaya, ödev yapmaya, össye çalışmaya vb şeyleri nasıl yetiştirdiğini anlayamıyordum onca iş güç arasında. Sonra yeniden bir tanışma taktiği geldi aklıma. Gitsem yanına ve desem ki: "Senin vaktin olmuyodur çalışmaktan, ders yapmaktan falan. İstersen resimlerini ben çizebilirim. Belli ki bugün o yüzden yetiştiremedin resmini. Senin yerine ben resimlerini çizeyim böylece biraz zamandan tasarruf etmiş olursun." Bunu da girişi ve sonucu çok saçma olduğu için rafa kaldırdım.


O'nunla tanışma senaryolarım sadece bunlarla sınırlı değildi. Genelde O'nunla tanışmak için hep şu anın gelmesini bekledim: Hava yağmurludur. Okuldan çıkarız ve O'nun şemsiyesi yoktur. Ben şemsiyemle O'nun yanına gider ve O'nu şemsiyemin altına alırım. İki seçeneği vardır; ya yabancı olduğum için şemsiyenin altından çıkıp hiç konuşmaz, ya da ıslanmak yerine benimle gideceği yere kadar gelmeyi tercih eder. Farzedelim ki ikinci seçeneği seçti. O zaman senaryoyu daha da derinleştiririm. Şemsiyeyi ona versem ve ben yağmur altında kalsam, bir süre sonra "gelsene şemsiyenin altına, sırılsıklam oldun" dese ve bende "Zaten sana sırılsıklam aşığım, bırakta biraz yağmur sırılsıklam etsin beni..." desem ve O da şemsiyeyi başımda paralasa... Bekledim, ama o yağmur bir türlü gelmedi. Bir kere gelmişti, o günde şemsiyemi evde unutmuştum. Diğer gelişlerinde de şemsiyesi artık yanındaydı O'nun... Şimdi gelipte buna tesadüf yada şanssızlık demek çok saçma gelir bana. Belki de o gün doğru gün değildi diyerek avutuyorum artık kendimi.


Tüm bunlar bir yana; bu bölümü yazdığım tarihe kadar, yani 16 şubat'a kadar hala bir taktik bulmuş değilim. Hala kara kara düşünüyorum; acaba nasıl bir bahaneyle yanına gidipte tanışabilirim diye. Burdan da anlaşıldığı üzere 16 şubat'a kadar hiçbirşey becerememişim. Hala isim öğrenememişim. Yazıklar olsun bana, daha ne diyeyim...




Nah bu da çizdiğim resimdi işte:



1 yorum:

ne ki bu 3 Mart 2010 13:45  

İyi de o zaman "haftaya" olduğunda, hocaya resmi gösterirken, ismini duyma gibi bir şansın olmadı mı ki? Hani sonraki hafta resmi gösterecekti ya? Hani çizmemişti ya? Kulak kabartabilme imkanı hani?

Yorum Gönder

free hit counter Valid XHTML 1.0 Transitional

.   ©2010 - Uzun Hikaye | Çağdaş Temel tarafından hazırlanmıştır.

Tema düzenleme: KınıX (Uğur KINIK) .