Üçüncü Tekil Şahıs - 5

Bölüm 5





Ortak Nokta
03.12.2009

Edebiyat yazılısı vardı yanlış hatırlamıyorsam. Edebiyat yada Dil ve Anlatım. Ortak sınavdı ve ben dün çalışmamıştım. Üçüncü derse kadar vaktim vardı ama 5 dakikalık tenefüs aralarında da kaç tane fecr-i ati'ci, servet-i fünun'cu ezberleyebilirdim ki? O 5 dakikalık sürelerde ezberleyemeyeceğimi bildiğim yazarlara harcayacağıma, Alacakaranlık kitabını okumaya harcadım. Bu kitabı her okuyuşumda aklıma hep saçmasapan hayaller geliyordu. Edward ile Bella yerine, ben ve O olsaydık mesela... Ben O'na Edward'ın Bella'ya baktığı gibi bön bön baksam, O da bana "ne bakıyon?" dese... Arabanın teki O'na doğru hızla gelse, bende O'nu kurtarmak için hızla ittirsem ama tesadüfe bak, araba ben O'nu ittirmesem bile çarpmayacak olsa, arkasına dönüp "dikkat etsene lan" dese... Evet güzel başlayan ama mutsuz sonla biten hayallerim var benim. Bir kahraman olabilecekken ümitsizliklerimin ağır basması sonucu bir anda kötü olan taraf ben olurum hayallerimde. Düşlerimde hep işin olumsuz tarafına odaklanırdım yaptığım şeyin yanlış olduğunu bile bile. Kendime güvenmem. Başarısızlık benim göbek adım. Bir gerçek daha var o da okuduğum kitaplardan fazlasıyla etkilendiğim. Her okuduğum kitapta yeni bir karakter olurum. Alacakaranlık öncesi Harry Potter ve Azkaban Tutsağı'nı okumuştum mesela, "Expelliarmus" falan diyerek koşuşturuyordum ortalarda. Bu seferki okuduğum kitabın konusu aşktı. Ve artık ben bir vampirdim. Her okuduğum kitabın özelliğini almam (daha doğrusu aldığımı sanmam) bana verilmiş bir hayalgücü yeteneğiydi.


Her tenefüs birkaç sayfa okudum kitaptan. Artık yazılı öncesi yani 2. tenefüsteydik. Lavaboya gidip elime yüzüme su vurayım bi kendime geleyim dedim. Sınıftan çıktım ve lavaboya doğru yola koyuldum. Sonra... O'nu gördüm. Kızlar tuvaletinin kapısının önündeydi. Elinde çalışma kağıtları vardı ve konuları tekrar ediyordu. Bir yandan çalıştığı yerleri tekrar tekrar okuyup ezberlemeye çalışıyor, diğer yandan da elleriyle "heh, tamam bunu da anladık" ifadelerini kullanıyordu. Birkaç kez daha tekrarladı ve tuvalete girdi. O'nu görmenin verdiği mutlulukla girecektim artık biraz önceki sınava. Ve düşündüm de, aynı sınava, aynı saatte girecektik. Aramızda sadece sınıfları ayıran bir duvar olacaktı ve o an ikimizde aynı şeyleri düşünecektik. Yazılıdaki sorulara vereceğimiz cevapları... Zil çaldı ve sınıfa döndüm. 2-3 dakika sonra sınav başladı. Sınav ortasında bilmediğim sorulara geldiğimde hep düşünmeye başladım. "Acaba o da benim düşündüğümü mü düşünüyor? (hö!) Acaba şimdi aynı sorulara mı bakıyoruz?" Derken sınav bitti. Sınavın yarısında sorulara cevap düşünürken diğer yarısında da O'nu düşündüm. Ne de sevimliydi elinde çalışma kağıtlarıyla çalışırken...


O'nunla pek fazla ortak noktamız yoktu, yani bildiğim kadarıyla yoktu. Ama birkaç tane az ve öz ortak noktamızı keşfettim. Aynı bölümlerde okuyorduk (sosyal), ortak sınavlarımız vardı, resim derslerimiz ortaktı... He birde ortak bir arkadaşımız vardı. Adı Arife. Arife, O'nun sınıf arkadaşı, benimse dersanede sınıf arkadaşım. Aslında bu O'nunla tanışabilmem için en kolay yöntemdi. En basitinden Arife'ye sorsam direk adını öğrenebilirdim. Ama nedense kolay yola kaçmak benim için hiç konuşamamak kadar kötü bir durumdu. Kendim sormak istiyordum. Adını O'nun söylemesini istiyordum. İlk defa tek başıma ve kimsenin yardımı olmadan tanışabilmek istiyordum... Hadi ama, bunların gerçek olmayacağını bende biliyordum. Hayal işte. Özgüveni olmayan bir insanın biriyle tanışmak istemesi, parası olmayan bir çocuğun bakkal amcadan bedava çitoz istemesi gibi birşeydi. Hatta benim durumumda dükkanın tamamını istemesi gibi birşeydi. Yinede içimde biryerlerde, küçükte olsa bir umut vardı. Düşündüm de Arife'yle arkadaş olduğumuzu bilse, yani onun arkadaşıyla arkadaş olduğumu bilse belki O'nunla tanışabilme ihtimalim daha da yükselirdi. Hiç değilse bir yabancı olmazdım O'nun gözünde. Haftada 1 saatte olsa aynı derse giriyorduk. Arife'yle konuşurken de görmüştür beni heralde. E o zaman eksik olan ne? Evet, özgüven. Özgüven eksikliği... Çıkışta gidip yanına konuşmamak için hiçbir nedenim yoktu ama içimdeki yabancı bunu sürekli engelliyordu. "Hayır sakın gitme yanına yoksa seni kötü biri sanar. Hem zaten gitsen ne diyeceksin ki... Konuşmayı bile beceremezsin sen. Bugüne kadar hangi işi adam akıllı başarabildin ki zaten. Çocukça hayallerden vazgeç. Bunu yapamayacağını ikimizde biliyoruz." Aynı bedeni taşıdığım korkak benliğim ne kadarda güzel moral veriyordu bana... Korkak tarafım... Belki o olmasaydı herşey daha kolay olurdu. Belki şuan bu hikayeyi yazmama gerek bile kalmazdı. Ya da en basitinden bu hikayenin bir adı olurdu... O'na "O" diye hitap etmezdim en azından...
O gün, yani 3 Aralık'ta O'nun fotoğrafını çekmişim. Telefonumu kurcalarken gördüm. Ve o anı tekrar yaşadım. Tam olarak şöyle gelişti: Okuldan çıkarken herzaman ki gibi sıra arkadaşlarım ve ben uzun yoldan gidiyorduk. Haliyle O yine bizi arkasında bırakmıştı hızlı adımlarıyla. O'na hızlı yürümek o kadar yakışıyordu ki... O hızla yürürken bende O'na ayak uydurmaya çalışıyordum ama bu sefer sıra arkadaşlarım geride kalıyordu. Bir süre onlardan önde yürüdüm. Onlardan ayrı yürüdüğümü farkediyorlardı elbet ve birkaç gündür bunu her okul çıkışı yapıyordum neredeyse. Onlar arkada konuşurlarken ben O'nun haberi olmadan arkasından fotoğrafını çektim. Neden böyle gereksiz birşey yaptığımı ben de anlamış değildim. Hatırası olsun, O'nu hiç unutamayayım (hiç aklımdan çıkmıyor ki nasıl unutayım...), baktıkça hep O'nu hatırlayayım diye belkide. Evet aslında benim için harika bir hatırası oldu. O günü tekrardan hatırlayabiliyorum her baktığımda. Hiç değilse elimde O'na dair somut birşeyler olmasına seviniyordum. Kimbilir, belki birgün gerçekten hayallerim gerçekleşir ve O'nunla arkadaş olurum. Ve belki O'nunla sırf tanışabilmek için yaptığım bunca saçma şeyi gülerek hatırlarız. Ama dediğim gibi; hayal işte, sadece hayal...

7 yorum:

Asi genç 23 Ocak 2010 11:40  

Bir çırpıda okudum.Okurken yer yer kendimi buldum bazı kısımlarda..Aynı özgüven eksikligi bendede var.Sanırım biz bunu aşamıycaz.

ne ki bu 23 Ocak 2010 16:29  

Tuh yaa, bi' kar topu oynamaya gittim, ben gelene kadar yorum yazılmış :)
Şimdi şu noktaya açıklık getireyim; hani sen sınava çalışmamışsın ya, kızı da tuvaletin kapısında bile ders çalışırken görmüşsün ya, ben de sandım ki, sen o gayretle sınıfa koşup sınav notlarına sarılacaksın, ders çalışacaksın :DD (Nerdee, benimki de bir ümit işte :P)

Devam edeceğim...

Çado 25 Ocak 2010 07:17  

Özgüven eksikliği fenadır evet. De sende pek fazla olduğu söylenemez gibi bloguna bakılırsa :) Blogunda gayet rahatsın, sanki normalde de öyleymişsin gibi. Ve aslında aşabilirizde bu özgüven meselesini. Şu blogunda bahsettiğin kitap, kendi kutup yıldızını bul. Dersaneden hoca tavsiye etmişti. İçinde gaza getirici hikayeler falan yazıyormuş. O tür kitaplar hep rahatlatmıştır beni, bence sende oku. Olmadı yardımcı olurum ben sana bir şekilde. Ne gariptir kendime yardım edemiyorum ama başkalarına çok rahatlıkla yardım edebiliyorum :D


ne ki bu; sana gelince... aslında ben O'nu öyle çalışırken görünce o gayretle sınıfa koşup sınav notlarına sarılmak yerine O'nun yanına koşup ona sarılmayı tercih ederdim ama olmadı, olmazdı işte biliyorsun :P Şaka bir yana ne güzel olurmuş lan öyle, hayal etmesi falan bile çok güzelmiş :D

Devam edeceklerine devam edeceğim...

Asi genç 25 Ocak 2010 07:25  

ahaha baskalarına cok rahat tavsiye verebiliyorum cagdaş ama bunları kendime uygulayamıyorum sanada oluyormu bu ? evet blogta rahatım.Ve kendim oluyorum asıl ceku oluyorum ama gerçekte oyle degilim..

KınıX 25 Ocak 2010 07:45  

"evet blogta rahatım.Ve kendim oluyorum asıl ceku oluyorum ama gerçekte oyle degilim.."

Anam, bi tek ben böyle değilmişim lan. :D

Bu arada yazıya yorum yapmıyorum. Zaten biliyorsun yorumlarımı. Sonunu merakla beklediğim bir dizi, yazmaya devam et. :) takipteyim.

Çado 25 Ocak 2010 09:53  

Evet Hande, hatta bu aralar fazlasıyla tavsiye veriyorum başkalarına ama kendime gelince uygulayamıyorum. Bende blogda, msnde, facebook'ta, kısaca sanal ortamda kendim olabiliyorum. İçimde kalanları, söylemek istediklerimi rahatlıkla söyleyebiliyorum, kendim gibi davranabiliyorum. Ama iş bunları gerçek hayata taşımaya gelince işte o benim için çok zor oluyor. Çok iyi anlıyorum o yüzden seni. Mesela şuanda bunları yazıyorum ya, gerçekte söyleyemem bunları :) Garip bir durum gerçekten...

ne ki bu 26 Ocak 2010 12:44  

Hönk! O'na sarılmak mı? O kadarını da düşünmemiştim, en azından şimdilik :D

Ne kadar küçücük şeylerle mutlu oluruz onlara dair... Ve ne kadar basit ortak noktalar buluruz çoğu zaman... Ama O'nlar bunu bilmezler. O'nun resmini çekmen mesela :) Hatırladıkça o anı, yaşadığın mutluluğu tahmin edebiliyorum... Bende de "birisi"ne ait resimler vardı... Durup durup bakar, o anı tekrar yaşardım... Sonra ne oldu? Windows çöktü... Elimdeki tüm resimler gitti O'na dair...
Hatırasızlıklar çok yakıyor insanın canını...

Korkak taraf...
Bizden ayrı (aslında aynı) olan taraflarımızı çoğu kez biz konuştururuz. Cesaretsizliğimizi, hor gördüğümüz yanlarımıza yıkarız. "Ben bir şey yapmadım"larla çırpınır dururken onlar karşımızda, biz onların sesini bastırır, "burada bir suçlu olmalı ve o suçlu sen olmalısın"larla meydan okuruz. Kendimiz kendimizi korkutur, bastırır, aşağılarız. Bu böyle gelmiş böyle gider'lik bir durum değil aslında. Ama kolayımıza böyle geliyor ve belki de acı çekmek çok hoşumuza gidiyor... Al işte ben de şimdi aynısını yapıyorum, bu söylediklerimin hangisini uyguluyorum, tamı tamına söylediklerimin adamıyım. Ne kendime söz geçirebiliyorum ne de biraz olsun aşabiliyorum. Kendi çukurumda boğuluyorum, sessiz sedasız... Millete akıl veriyorum, kendime kulaklarımı tıkıyorum... Mutsuzluk sardı yine her yanımı...
Ruh emiciler burada olabilir, o zaman bizi patronus büyüsü haklar. Haydi millet en mutlu anınızı düşünün VEEEEEEEE;
EXPECTO PATRONUM...

Yorum Gönder

free hit counter Valid XHTML 1.0 Transitional

.   ©2010 - Uzun Hikaye | Çağdaş Temel tarafından hazırlanmıştır.

Tema düzenleme: KınıX (Uğur KINIK) .